Bir sure once sebze ve meyvelerin nasil yetistirildigini asil belirleyenin tuketici oldugunu ve ne yazikki bu konuda biz tuketicilerin iyi bir performans sergileyemedigini yazmistim. Permakultur-turkiye grubuna gonderilen asagidaki yaziyi sizlerle paylasmak istedim, cunku bu konuya cok guzel ve dogrudan bir ornek...
------------------------------
Aydın ili Koçarlı ilçesine bağlı Güdüşlü Köyünde çiftçilik yapmaktayım. Tarım bakanlığının yeni başlamış olduğu İTU programına dahil oldum ve bu programda ben sebze üretimi üzerine yaptım. Kendi arazimde domates(2 çeşit ve 3 kademeli dikim), biber(6 çeşit), patlıcan ( 3 çeşit), börülce, karnabahar (3 kademeli dikim) , lahana (3 kademeli dikim), brokoli, portakal, mandalina, zeytin olmak üzere 10 farklı ürün ve 25 farklı üretim gerçekleştirdim.
Başlangıçta amacım tarım sektöründe yaşanan gerçek problem olan pazar sorununu çözmekti. Bu yüzden ürünleri öncelikle yerel ve ulusal marketlerde satışını yapmak için bir araştırma yaptım. Fakat araştırma sonucunda çıkan sonuç şuydu: marketler insan sağlığını düşünmeksizin raf ömrü ve albenisi olan ürünlerin alımı üzerinde bir talep içinde olduklarını ve tarla ürünleri ile ilgilenmediklerini öğrendim. Tabii el altından çok ucuz ürünlerde alıyorlardı. Üstelik üreticiden veya tedarikçiden alınan ürünlerin parasını da en erken 45 gün olmak üzere 90 güne kadar çıkıyordu. Yani benim paramı kullanıyorlardı. Her biriyle görüşürken hepside belli standartlarda ürün aldıklarını ve bu standartlara ulaşmak içinde bazı belli başlı koşulları yerine
getirilmesi gerektiğini beyan ettiler. Bu koşullar da her bir tedarikçinin büyük yatırımlar yapmasını gerektiriyordu. Fakat uygulama da ise farklıydı. Uygulamada istenenlerin yarısı bile yapılmıyor ve her ne hikmetse uygunsuz olan ama çok ucuz fiyata veren tedarikçilerle çalışma yapıyorlardı. Sonuçta üretici ve tüketici bunu sadece tedarik kısmında kalıyor, üreticiden ucuz ürün alınıp tüketiciden de tüketicinin parasını almak olarak bir zincir kurulmuş oluyordu. Arada kalan tedarikçi ve marketçi aldığı paraya bakıyor olduğunu gördüm.
Tüm bunları gördükten sonra bende kendi ürettiğim ürünü günlük hasat yapıp günlük semt pazarlarında satışını sağlamam gerektiğini öngördüm. Böylelikle aradan pazarcıyı, toptancıyı çıkarmış ve ürettiğim ürünün bedelini de nakit ve günlük alabilecektim. Fakat başka bir sorun daha vardı bu da pazarda bu yerleri nasıl alabilirim? Sorusuydu ve bunu satarken nasıl farklılık yaratabilirdim.
Bu yüzden farklılık işine giriştim. Tarım bakanlığı onaylı uluslar arası bir sertifikasyon firması ile anlaştım. Pazarda farklılık yaratmanın ilk şartı olan marka olma olduğu için kendi logo mu kendim yaptım ve Türk Patent ofisine başvurdum. Köylü pazarı adı altında marka patenti aldım. Bu logo yu da kendi tezgahtarlarıma giydireceğim önlük, şapka, tişört e bastırdım ve eldiven aldım. Kendi web sayfamı kurdum (www.koylupazari.org) ve tanıtımımı buradan yaptım. Bunun yanı sıra kesekâğıdı ve poşetleri mide kendi logomu bastırdım. Tüm evraklarımı tamamladıktan sonra yapacağım her şeyi anlatan bir dosya hazırlayarak belediyelere başvurdum. Belediyeler dosyamı görünce tepkileri çok hoşuma gitti. Benden ne bir rüşvet ne bir ekstra para talepleri olmadan gerekli yardımları esirgemediler. Sonuçta haftanın 6 günü pazaryerleri edinmiş oldum. Pazaryerlerini alırken de hem yazın hem de kışın iş yapabileceğim yerler aldım. Pazarlama ekibi olarak hem il merkez pazarlarında hem de ilçe pazarlarında satış yapabileceğim bir ekip oluşturdum.
İş başlamak için güzeldi her şeyi yapmıştım çünkü. Üretimde de pazara yetiştirebileceğim miktarda ve kademeli olarak üretim programı hazırlamıştım. Kademeli üretim yaparak malım eksik olmayacak ve en önemlisi GDO suz ve tarlada yetişen laboratuar tahlilli ürünleri sağlık ön plana alınarak direkt tüketiciye satışını yapabilecektim. Üstelik mevsiminde mevsimlik ürünler satarak kalıntısız, hormonsuz ve GDO suz ürünleri kaliteli bir şekilde topluma kazandırmış olacaktım.
Her şey çok güzeldi.
Başladık...
Ve ne mi oldu. İçler acısı
Pazarda tezgâhtarla beyefendi, hanımefendi diye hitap eden ürünleri giymiş oldukları eldivenle poşet ve kesekâğıdına dolduran. Şikâyet edebileceği bir İTU belgeli ve laboratuar tahlilli yapılmış ürünlerin satışı bu kadar mı hüsran olur. Üstelik pazar fiyatından 1 kuruş dahi fazla olmadan aynı fiyattan satış yapılmaz mı?
Evet, aynen öyle oldu. Yapılan bu proje pazarda heder oldu. Klasik pazarcı olarak görüldü. Diğer pazarcılar bana güldü. Tüketici 3 kg 1 tl olan domatesi 4 kg olurmu diye yaklaştı. Sağlıklı ürün alıyorsun işte belgeleri, işte satıştaki hijyeni dememize karşı yan tezgâhtan aldılar. Aynı fiyat ama sağlıklı ürünleri değil klasik pazarcıya yöneldi benim vatandaşım. Temiz kıyafetli, tırnakları temiz ve traşlı eldivenle satış yapan değil de klasik pazarcıdan aldı benim vatandaşım.
Ah benim vatandaşım Ahh sen neleri hak ediyorsun sen bir bilsen!
Avrupa birliğine girecek dediğimiz bir dönemde bir çiftçinin hikâyesi bu. Bu hikâyenin başrolünde ki kişi yani ben Mehmet Uğur Hacettepe mezunu kimya mühendisi 40 yaşında ve 1 oğlum var. Zaten bende oğluma yedirebileceğim ürünleri herkesle paylaşmak istemiştim. Ama olmadı. Ama ben gene de oğluma yedirebileceğim. Ya siz?
Şimdi elimde kalan kademe üretimleri satmaya çalışıyorum. Satabilirsem ne ala. Biraz daha borcumdan düşer sadece. Şimdi endişem; oğlumu nasıl büyütecem, nasıl okutabilecem, kiramı nasıl ödeyebileceğim. Şimdi iş arıyorum. iyi çalışırım. Düşünen, kişileri değil olayları bakıp yorum yapan bir babayım. Son çarem kaldı bir iş bulmak...
Saygılarımla!
Mehmet Uğur
16 Eylül 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 yorum:
İlginç bir durum. Daha doğrusu beklenmesi gereken bir durum. Sebebi ve çözümleri hakkında çok kafa patlatmaya değer.
Benim de tam bekledigim sonuc aslinda. Cogumuz konusmaya gelince mangalda kul birakmiyoruz ama is eli cebe atmaya gelince davranislar soylemlerle taban tabana zit olabiliyor.
Insanlarin soylediklerine bakarak talep analizi yapmak asiri tehlikeli. Hele de genel akimin disindaki kucuk pazarlar hedefleniyorsa.
çok üzüldüğümü belirtmek istiyorum,halk geçim derdinde sağlığını düşünen yok burdan bu sonuç mu çıkıyor?
o zaman daha bilinçli olabileceğini düşündüğümüz semtlerin pazarları mı tercih edilmeli?
Benim yaşadığım yerde olsa ,nasıl sevinerek alırdım ,
aslında gerçek bir köylü pazarı var yaşadığım yerde ,herşey tazecik ama hepsi HORMONLU...hatta bahçelerinde kendileri için ayrı ,pazar için ayrı yerlerde yetiştiriyorlar sebzelerini...
sebzelerini çabucak büyütüp, daha çok para kazanmak isteyen ,kendini akıllı sayan köylü bunu yapıyor....
Ben ne yapıyorum,köylü pazarından değil de Antalya'dan gelen sebze meyvelerin satıldığı manavdan alışveriş yapıyorum :(
Ben problemin tuketiciden kaynaklandigini dusunuyorum. Daha fazla emek ve masraf yaptigi organik urunlerin digerleri kadar satilmadigini goren koylunun tek secenegi seneye digerlerine benzemek.
Kendine ozel yetistirdigi sebzelerde eger ilac kullanmiyorsa buyuk olasilik bir kac kurt yenigi, eger daha az dayanikli ama daha guzel tatli, kokulu cinsler secmis ise hafif eziklikler vs. var. Bunlari kendisi guzelce ayiklayip mis gibi yiyor ama pazara goturdugunde musteriler bunlardan vebadan kacar gibi kaciyorlar.
Bu durumun tüketiciden kaynaklanan bir yönü var muhakkak. Tüketici de ne yapacağını, kime inanacağını şaşırmış durumda. Aldığı ürünün sağlıklı olması ne kadar umurunda? Ya da daha doğrusu diğer ürünlerin sağlıklı olup olmadığı ne kadar umurunda? Satılanlar güzel görünümlü, albenili neden sağlıksız olsun diye düşünüyor.
Özel logolar, üniformalar, eldivenler vs. tüketici açısından ne ifade ediyor? Tüketiciyi rahatsız etmiş de olabilir. Öyle ya, bunlar lüks, masraflı şeyler. Tüketici bunlar için para ödemek istemez. Bunların ardında vardır bir şeyler diye düşünür. Aslında düşünmekten de öte öyle hisseder. Samimi de bulmamış olabilir. "Köylü Pazarı" adı altında lüks market ortamı tüketici açısından bir çelişki. Bence bu girişimin adı bile yanlış.
Sitelerine baktım. Orada bir fotoğraf var. Çok abartılı değil gibi aslında, ama yine de yeterince samimi bulunmamış olmalı. Bir de üretilip satılan ürünlerin çeşitleri de önemli. Söz gelimi piyasa için üretilip satılan ürünlerden üretildiyse, bu anlamda bir farklılığı yok ise sırf satanın eli eldivenli diye oradan almazlar. Ürünlerin sağlıklı olduğu vurgulanmış. Bu iyi ama yeterli değil. Diğer pazarcılar sattıklarının sağlıklılığı konusunda tüketiciyi ikna etmekte eminim daha mahirdir. Ürünlerin tadı, lezzeti, tazeliği konusu pazarda çok daha önemlidir. Ayrıca insanlarda aldıkları ürünleri salaş yerlerden alma alışkanlığı var. Kelepir bir şey aldıklarını düşünürler :)
Bunlar şimdilik aklıma gelenler. İlk yorumumda yazdığım gibi, düşünmeye değer.
bence problem,bilinçsiz tüketici ve bilinçsiz üretici de...
iki grubunda bilinçlenmesi için epey vakit var galiba.Kullandığı suni gübrenin ne kadar ve ne işe yaradığını bilmeden bahçe yapan çok köylü teyzem var emin ol,
bilmiyorum tarımda ki bilinç her bölgemizde ne kadar farklılık gösteriyor?Ama burda yani Batı Karadeniz'de durum aşağı yukarı böyle ...
Tuketici acisindan bakinca 2 onemli kriter var bence:
1. fiyat
2. kalite
Kalite konusunda gozumuzun gordugu ile aklimiz farkli seyler soyluyor. Klasik yontemlerle yetistirilmis kocaman kirmizi bir domatesin bocek ilaci yuklu ve sagliksiz oldugunu bilsek bile duyu organlarimiz bize canli, saglikli bir mesaj iletiyor. Bu kesinlikle sagliksiz urun algisini degistiriyor, en azindan gucsuzlestiriyor. Boylece kalite/saglik acisindan ustunlugunu kaybeden organik urun fiyat factoru de devreye girince son darbeyi yemis oluyor.
Fiyat konusunda da insanlarin mantikli karar vermediklerini disiniyorum. En dar gelirli grup bir tarafa birakilirsa insanlarin yiyecek icin harcadiklari aylik harcamalarinin cok buyuk bir yuzdesi degil. Ama kalitede en buyuk fedakarligi burada yapabiliyorlar kolaylikla. Cep telefonu modelinde bir alta inmeyi kabullenmeyen biri, lahanada bu fedakarligi kolayca yapabiliyor.
Bu konuda daha cok dusunmek gerektigine katiliyorm. Hele de sebze/meyve yetistirmenin sadece yerken degil tarim yapilirken de bizi ne kadar etkiledigi dusunulurse bu konu daha cok su kaldirir :-)
Yorum Gönder