Hendeklerin icinden cikan ve egime gore alt taraf yigdigimiz toprak bizim gida ormanimizin da sinirlarini belirlemis oldu. Yani biz nereye agaclar ve diger bitkileri dikecegimize rastgele karar vermek yerine su ihtiyaci karsilanmis (ama ne kadar, zaman icinde gorecegiz) bu yerlerde en yogun dikimimizi yapacagiz.
Gida ormanimizda cesitli ozelliklerinden dolayi sectigimiz (bazen sundugu meyveden, sebzeden, bazen bocek, kus cekme ozelliginden, bazen goruntusunden, bazen bolca toprak ortu malzemesi urettiginden, vs..) buyuk agaclardan yerde surunenlere kadar cesit cesit bitkiler olacak. Ancak bunlarin hepsinin de ihtiyac duyacagi destek bitkilerinin basinda gelen azot baglayicilar ile ise baslayacagiz. Amac kendi bitkilerimizi bir azot baglayicilar ormaninda korunakli bir sekilde yetistirmek ve zaman icinde yogunlugun azot baglayicilardan diger bitkilere kaymasina yardimci olmak.
3 seviye azot baglayici kullanacagiz:
1. Yillik ve cok yillik otsu azot baglayicilar (baklagillerden yonca, fiğ, korunga, üçgül, bezelye ve bakla). En yogun olarak bunlar ekilecek ve kisa zamanda tum alani kaplamalari beklenecek. Su anda bunlarin tohumunu nereden bulabiliriz arastiriyoruz. Buradaki ziraatcide sadece yonca bulabildik. :-(
2. Cali cinsi azot baglayicilar, bunlar ilk grup kadar cok olmamakla birlikte yine de bizim asil agaclarimizdan cok daha fazla sayida. Bunlar surekli budanarak yaprak ve minik dallari yine mulch olarak kullanilacak. Yani gorevleri bizim asil bitkilerimizi beslemek ve bir sureligine onlara guzel bir ortam saglamak. Bunlarin da omru 3-5 yil icinde bitecek ve bizim agaclarimiza yer acacaklar. Bu konuda arastirmamiz suruyor, henuz aday kadro belirleyemedik. aslanbıyığı, katırtırnağı, mor salkım gibi alternatiflere bakiyoruz.
3. Azot baglayici buyuk agaclar. Bunlardan az miktarda dikecegiz, bizim agaclara uzun vadeli azot saglayacaklar. Keciboynuzu, igde ve akasya dusunuyoruz.
Bu konu ile ilgili seyrettigimiz bir filmde (Geoff Lawton'un "Building a Food Forest the Permaculture Way" - hararetle oneririm) azot baglayicilar ve secilen diger bitkiler/agaclar ayni zamanda dikiliyor. Asil fidanlarin yanlarina birer sopa dikiliyor ki tum azot baglayicilar cosup buyudugunde kendi fidanlarimizi tamamen kaybetmeyelim. Gercekten de bir sure sonra bolgeye baktigimizda tum fidanlarin yesillikler icinde kayboldugu goruluyor.
Biz yaklasan yagmurlardan korktugumuzdan (yiginlarda erozyon) ve fidanlar konusunda hazirlikli olmadigimizdan onceligi otsu baklagillere verecegiz. Baklagiller azot baglama isini aslinda rhizobia ailesinden bakterilere yaptiriyorlar. Ornegin yonca icin rhizobium meliloti bakterisi, bakla icin ise rhizobium lupini is goruyor. Hendeklerden cikan ust ve alt topraklar biribirine karistigi icin ve topragimiz zaten cok zengin olmadigindan bakterileri bir yerlerden bulabilir miyiz diye arastirmalara basladik. Ancak bakteri arastirmalarimiz biraz yavas gidince (su anda tarim bakanligi ile baglantidayiz, bu bakteriyi alabilecek bir sirket henuz bulamadik) acaba gecen sene ektigimiz borulcelerin (evet onlar da baklagil ailesinden) koklerinde durum nasil diye merak ettik.
Gordugunuz gibi bakteri nodulleri var ama daha once gordugum resimlerdekilerden cok daha az sayida. Yani bakteri bulamasak da bu bakteriler bir yerlerden geliyor ama asilama yapsak verim herhalde cok daha yuksek olacak.
26 Kasım 2009 Perşembe
25 Kasım 2009 Çarşamba
Esyukselti Hendeklerinin (Swale) Kazilmasi
Sonunda aylardir uzerinde dusunup tasindigimiz (zaman zaman yagmur altinda islanirken gozlem yaparak) hendeklerimizi kazdirdik. Hendeklerin gececegi yerleri kabaca belirledikten sonra elimizde A terazisi detayli guzergah isaretlerini yerlestirdik. Once ucuna naylon torba baglanmis kalin tel parcalari soktuk topraga isaret olarak ama sonradan iri taslarin daha iyi isledigini farkettik.
Sonunda buyuk gun geldi catti. Sabah 9 gibi kepce ise basladi. Bu sirada bir baska isci de zeytinlikte kazma/kurek ile daha minik hendekler kazmaya basladi. Kepcenin 5 saat, iscinin ise 3 gunluk calismasi sonucunda
- 4 adet zeytinlikte (boylar: 23m, 10m, 25m, 37m)
- 1 adet en ust kotta, arazinin arkasindaki tepelerden gelen suyu tutmak uzere (boy: 37m)
- 2 adet en ustteki hendekten tasan suyu tutmak ve asagiya aktarmak uzere (boylar: 26m, 15m)
- 2 adet de kumes kotunda (boy: 19m, 30m)
toplam 9 adet 222 metre uzunlugunda hendek kazilmis oldu.
Zeytinlikteki hendeklerin genisligi 40cm, derinligi 30cm, diger hendeklerin ise genisligi 70cm, derinligi 50 cm civarinda oldu.
Bu arada arazinin icindeki araba yolunun drenaji da yapildi (ortaya drenaj borusu yerlestirildi, tam kapinin girisine de bir büz kondu). Ancak buradaki iscilige tecrubesizligimiz yuzunden pek guvenemiyorum. Ozellikle agir bir tasita koydugumuz büz ne kadar dayanacak gorecegiz. Isin bu parcasini tekrar yapmamiz gerekebilir.
Hendekleri kazma isinden once epey bir okuduk ve dusunduk ama yine de deneyimsizlik hatalari yaptik. Burada hemen not etmek istedigim 2 buyuk hatamiz bence sunlardi:
1. Hendegin icinden cikardigimiz ust toprak ve alt toprak ne yazikki biribirine karisti. Bu sakin yapmayin dedikleri birsey. Bir sistem dusunduk ama koca kepce ile pek islemedi. Bu isin nasil yapildigini daha once gormemis olmamiz kotu oldu. Ucunda olum yok ama toprak verimliligi acisindan durumumuzu biraz daha kotulestirmis olduk.
2. Hendek kazmak aslinda arkasindan yiginlarin uzerinin ekim/dikim islerinin yapilmasi ile bir butun. Biz ise isin kazma yonune cok fazla takildigimizdan ancak o gunun aksaminda elimizde ne tohum, ne fidan ne de bir plan olmadigi kafamiza dank etti. Su anda bu eksikleri gidermek icin okuma/arastirma/telefon vs. yapiyoruz.
Isler sirasinda epey fotograf cektik ve bir bolumunu Picasa'ya koyduk. Merak edenler orada daha fazla fotograf bulabilirler.
Sonunda buyuk gun geldi catti. Sabah 9 gibi kepce ise basladi. Bu sirada bir baska isci de zeytinlikte kazma/kurek ile daha minik hendekler kazmaya basladi. Kepcenin 5 saat, iscinin ise 3 gunluk calismasi sonucunda
- 4 adet zeytinlikte (boylar: 23m, 10m, 25m, 37m)
- 1 adet en ust kotta, arazinin arkasindaki tepelerden gelen suyu tutmak uzere (boy: 37m)
- 2 adet en ustteki hendekten tasan suyu tutmak ve asagiya aktarmak uzere (boylar: 26m, 15m)
- 2 adet de kumes kotunda (boy: 19m, 30m)
toplam 9 adet 222 metre uzunlugunda hendek kazilmis oldu.
Zeytinlikteki hendeklerin genisligi 40cm, derinligi 30cm, diger hendeklerin ise genisligi 70cm, derinligi 50 cm civarinda oldu.
Bu arada arazinin icindeki araba yolunun drenaji da yapildi (ortaya drenaj borusu yerlestirildi, tam kapinin girisine de bir büz kondu). Ancak buradaki iscilige tecrubesizligimiz yuzunden pek guvenemiyorum. Ozellikle agir bir tasita koydugumuz büz ne kadar dayanacak gorecegiz. Isin bu parcasini tekrar yapmamiz gerekebilir.
Hendekleri kazma isinden once epey bir okuduk ve dusunduk ama yine de deneyimsizlik hatalari yaptik. Burada hemen not etmek istedigim 2 buyuk hatamiz bence sunlardi:
1. Hendegin icinden cikardigimiz ust toprak ve alt toprak ne yazikki biribirine karisti. Bu sakin yapmayin dedikleri birsey. Bir sistem dusunduk ama koca kepce ile pek islemedi. Bu isin nasil yapildigini daha once gormemis olmamiz kotu oldu. Ucunda olum yok ama toprak verimliligi acisindan durumumuzu biraz daha kotulestirmis olduk.
2. Hendek kazmak aslinda arkasindan yiginlarin uzerinin ekim/dikim islerinin yapilmasi ile bir butun. Biz ise isin kazma yonune cok fazla takildigimizdan ancak o gunun aksaminda elimizde ne tohum, ne fidan ne de bir plan olmadigi kafamiza dank etti. Su anda bu eksikleri gidermek icin okuma/arastirma/telefon vs. yapiyoruz.
Isler sirasinda epey fotograf cektik ve bir bolumunu Picasa'ya koyduk. Merak edenler orada daha fazla fotograf bulabilirler.
Labels:
permakultur,
yagmur hendegi
24 Kasım 2009 Salı
Yılbasi susu yapalim
Dun mantar avindaki ogretmenimin evine davetliydim. Datca civarinda yasayan, Alman ve Avusturyali hanimlar noel susu hazirlamak icin biraraya gelmisler, ben de gittim. 2 cesit sus yapildi. Biri masa ustune konmak uzerine mum cevresine celenk, digeri de duvara/kapiya asilmak uzere celenk. Celenk icin kullanilan tum malzemeler bizim arkamizdaki tepelerden toparlanmis. Neler yoktu ki! Cam, dag cilegi, sumak, harnup, pireen, kekik, selvi, kuru otlar, mersin, adini bilmedigim daha bir suru cesit bitki... Tam bir terapi! Oradaki hanimlarin cogunun esi Turk, ya da cok uzun yillar Turkiye'de yasamislar. Turkceleri mukemmel. Ama dogal olarak araya turkce karistirmakla birlikte Almanca konusuyorlardi. Ben de sessiz sessiz oturdugum yerde kapiya asilmak uzere celenk yaptim.
Ilki bitince hizimi alamadim, bir tane daha yaptim!:) Adini da saçaklı koydum.
Ilki bitince hizimi alamadim, bir tane daha yaptim!:) Adini da saçaklı koydum.
Labels:
havadan sudan
Mantar avi
Gecen hafta mantar avina ciktik! Burada yasayan biri Alman biri Avusturyali 2 cift ve bir Isvicreli hanim ile. Nasil inanilmaz bir keyifmis anlatamam. Tabi ki ilk kez gittigimiz icin cok hazirliksizdik. Naylon poset almistik yanimiza. Meger mantar sepetlere toplanirmis. Ve de yanimiza saplarindan kesmemiz icin caki almamiz gerekirmis. Ogrencilik iste.
Arabadan indik, 5-10 adim attik bir mantar yiginina denk geldik. Acemi sansi iste!:) Isin dogrusu yanimizda grubun en bilgili ve sansli (digerlerine gore!;) elemani vardi. O olmasa gorebilir miydik bilmem. Ondan sonra belki 2-3 tane daha ancak bulduk. Bu yil sonbahar epey yagissiz geciyor. O yuzden cok fazla bir sey bulamadik. Digerleri de sadece 1 tane bulunca sonunda butun mantarlar bize verildi! Bu cins Mantarin turkcesini henuz bilmiyoruz. Tepesi incecik bir zar seklinde soyuluyor. Altindaki kisim da bicagin ucuyla kaziniyor. Bembeyaz "eti" cikiyor. Bu islem sirasinda el ve tirnak icleri kapkara oluyormus. Uyarildigim icin bulasik eldiveni kullandim. Bicagin ucunu temizlemek cok zor oldu, eldivendeki kara lekeyi cikarmam mumkun olmadi. Soyulduktan sonra mantarlar 2-3'e bolup tereyaginda az taze ya da kuru soganla kavruluyor. Biraz tuz karabiber. En son da maydanoz dogranarak servis yapiliyor. Istersek biraz da krema koyabilirmisiz. Cok lezzetliydi. Sansimiza bu cinsi yerliler tercih etmiyormus. O yuzden bulmak daha kolay olacak. Simdi bir sonraki yagmuru bekliyoruz.
Not: Yeme telasindan fotografini cekmeyi unuttum!:) Internetten fotosunu bulunca ekleyecegim.
Arabadan indik, 5-10 adim attik bir mantar yiginina denk geldik. Acemi sansi iste!:) Isin dogrusu yanimizda grubun en bilgili ve sansli (digerlerine gore!;) elemani vardi. O olmasa gorebilir miydik bilmem. Ondan sonra belki 2-3 tane daha ancak bulduk. Bu yil sonbahar epey yagissiz geciyor. O yuzden cok fazla bir sey bulamadik. Digerleri de sadece 1 tane bulunca sonunda butun mantarlar bize verildi! Bu cins Mantarin turkcesini henuz bilmiyoruz. Tepesi incecik bir zar seklinde soyuluyor. Altindaki kisim da bicagin ucuyla kaziniyor. Bembeyaz "eti" cikiyor. Bu islem sirasinda el ve tirnak icleri kapkara oluyormus. Uyarildigim icin bulasik eldiveni kullandim. Bicagin ucunu temizlemek cok zor oldu, eldivendeki kara lekeyi cikarmam mumkun olmadi. Soyulduktan sonra mantarlar 2-3'e bolup tereyaginda az taze ya da kuru soganla kavruluyor. Biraz tuz karabiber. En son da maydanoz dogranarak servis yapiliyor. Istersek biraz da krema koyabilirmisiz. Cok lezzetliydi. Sansimiza bu cinsi yerliler tercih etmiyormus. O yuzden bulmak daha kolay olacak. Simdi bir sonraki yagmuru bekliyoruz.
Not: Yeme telasindan fotografini cekmeyi unuttum!:) Internetten fotosunu bulunca ekleyecegim.
Labels:
havadan sudan
18 Kasım 2009 Çarşamba
Bilgetasarim (Permakultur) Referans Listesi
NOT: Bir suredir internet baglantimiz yok. Su anda muhtarimizin ofisinden bu blogu yayinliyoruz. Yorumlara biraz gec cevap verebiliyoruz, kusura bakilmaya!
Bilgetasarim (permakultur) ve ilgili konularla ilgilenenlere onerebilecegimiz kaynaklar (simdilik) asagidaki listede:
Videolar:
Permaculture Trio: Forest Gardening, Edible Landscaping, Urban Permaculture
Bill Mollison - Global Gardener Series 1-4
A Farm For the Future:
Link sizi 5 taneden ilkine goturecek. Ilk ikisi daha cok petrolun azalmasi ile tarimin nasil degismek zorunda kalacagini anlatiyor. Son ucunde ise permakultur esaslarina gore yapilandirilmis bir ciftligin nasil isledigi gosteriliyor.
Establishing a Food Forest the Permaculture Way: Gida ormani nasil kurulur diye kafanizda bir soru varsa, bu video cok ise yariyor.
Surdurulebilir Balik Ciftligi: "Surdurulebilir balik" arayisindaki bir ascibasinin konusmasi. Ornek bir permakultur uygulamasi.
Forest Gardening (Robert Hart)
Kitaplar:
Penny Livingston Pastoral Vadi Calistay Notlari
Gaia's Garden, Second Edition: A Guide To Home-Scale Permaculture (Toby Hemenway): Cok keyifle okudugumuz, pek cok sey ogrendigimiz bir kitap. Bu ise yeni baslayanlarin kutuphanesinde mutlaka olmasi gereken bir kitap.
Bill Mollison'in 1981'de Amerika'da Rural Education Center'da duzenlenmis bir permakultur calistayindaki konusmalarinin yaziya dokulmus hali
Great Garden Companions (Sally Jean Cunningham): Meyvelitepe'nin onerisi. Cok guzel. Kitabin neredeyse tumune ulasabiliyorsunuz.
Companion Planting - successful gardening the organic way" (Gertrude Franck): Bu kitabi Steve Read onermisti ama henuz almadim. Yine de burada listeye ekledim. Internette bakininca soyle bir link buldum, kitaptan kisa bir bolum ve ornek bahce duzenlemesi var
Sheet Mulch- Lasagna Composting
Constructing the Food Forest Orchard
Linkler:
Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü
Permakültür Platformu
Permaculture Research Institute of Australia: Bill Mollison ve Geoff Lawton ekibinin Avusturalya ve dunyada yaptiklari bilgetasarim calismalari ile ilgili cok guzel bir blog
Permakultur yazisma grubu
Plants For a Future Database: 7000'in uzerinde faydali bitki ve agac ile ilgili bir veri bankasi.
Sizlerin onerileri ile bu listeyi zenginlestirmek cok faydali ve guzel olur.
Bilgetasarim (permakultur) ve ilgili konularla ilgilenenlere onerebilecegimiz kaynaklar (simdilik) asagidaki listede:
Videolar:
Permaculture Trio: Forest Gardening, Edible Landscaping, Urban Permaculture
Bill Mollison - Global Gardener Series 1-4
A Farm For the Future:
Link sizi 5 taneden ilkine goturecek. Ilk ikisi daha cok petrolun azalmasi ile tarimin nasil degismek zorunda kalacagini anlatiyor. Son ucunde ise permakultur esaslarina gore yapilandirilmis bir ciftligin nasil isledigi gosteriliyor.
Establishing a Food Forest the Permaculture Way: Gida ormani nasil kurulur diye kafanizda bir soru varsa, bu video cok ise yariyor.
Surdurulebilir Balik Ciftligi: "Surdurulebilir balik" arayisindaki bir ascibasinin konusmasi. Ornek bir permakultur uygulamasi.
Forest Gardening (Robert Hart)
Kitaplar:
Penny Livingston Pastoral Vadi Calistay Notlari
Gaia's Garden, Second Edition: A Guide To Home-Scale Permaculture (Toby Hemenway): Cok keyifle okudugumuz, pek cok sey ogrendigimiz bir kitap. Bu ise yeni baslayanlarin kutuphanesinde mutlaka olmasi gereken bir kitap.
Bill Mollison'in 1981'de Amerika'da Rural Education Center'da duzenlenmis bir permakultur calistayindaki konusmalarinin yaziya dokulmus hali
Great Garden Companions (Sally Jean Cunningham): Meyvelitepe'nin onerisi. Cok guzel. Kitabin neredeyse tumune ulasabiliyorsunuz.
Companion Planting - successful gardening the organic way" (Gertrude Franck): Bu kitabi Steve Read onermisti ama henuz almadim. Yine de burada listeye ekledim. Internette bakininca soyle bir link buldum, kitaptan kisa bir bolum ve ornek bahce duzenlemesi var
Sheet Mulch- Lasagna Composting
Constructing the Food Forest Orchard
Linkler:
Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü
Permakültür Platformu
Permaculture Research Institute of Australia: Bill Mollison ve Geoff Lawton ekibinin Avusturalya ve dunyada yaptiklari bilgetasarim calismalari ile ilgili cok guzel bir blog
Permakultur yazisma grubu
Plants For a Future Database: 7000'in uzerinde faydali bitki ve agac ile ilgili bir veri bankasi.
Sizlerin onerileri ile bu listeyi zenginlestirmek cok faydali ve guzel olur.
Labels:
permakultur
Yagmur Suyu Toplama ve Depolama (3)
Devam...
5. Catilardan su toplama. Ortalama bir catidan ne kadar cok su elde edildigini hesabedince yine insanin kafasini duvara vurasi geliyor. Susuzluktan inlerken bu kadar suyu heba etmekle kalmayip bir de kanalizasyonla karistirmamiz insani isyan ettiriyor. Oysa isteyenler icin oyle basit sistemler var ki! Biz ilk uygulamayi kumesimizde yaptik. Simdilik bir varile topluyoruz suyu. Bir sure sonra eger becerebilir de bir golet yaparsak suyu oraya kanalize edecegiz.
Soz kumese gelmisken biraz konudan ayrilayim: Kumes ile ilgili baska degisiklikler de yaptik. Catinin yuksekligini dusuk oldugu kismi bilerek kuzeye vermistik ki kuzey ruzgarlarindan daha az etkilensin. Ama bunu yapinca catinin yuksek oldugu kisim guneyden gelen yagmurlaa tamamen acik kalmis oldu. Bu zamana kadar yagmurlarda buradan kumesin icinin islandigini gozledik. Bu yuzden bu tarafi once delikli cuvalimsi bir ortu ile kapladik. Yetersiz kalinca da bu ortuden ikinci bir kat koyarak gecirimini azalttik. Ancak yine de delikli oldugundan ic taraflarina cuval koyduk. Sonuc olarak kumes yaparken yagmurun serptigi tarafa da dikkat etmekte yarar var cunku nedense gunduz yagmur cok yagsa da ust kattaki kapali yerlerine cikmiyorlar. Bu arada tavuklar ilgin bir sekilde yagmurdan fazla etkilenmiyorlar.En siddetli saganak yagista bile kuyruklarini iyice yere sarkitip vucutlarini kafanin en yukarida oldugu bir ucgen haline getiriyorlar. Sanki yagmur sulari uzerlerinde akip gidiyor. Yagmur sonrasi soyel bir silkinip gayet kurk bir gorunusle dolanmaya devam ediyorlar!
6. Gri su aritma sistemleri. Insani deli eden bir durum daha. Meger gri suyu (lagimin karismadigi her turlu kullanilmis su: banyo, camasir, musluk, vs.) aritmak ne kadar kolaymis. Ama biz lagim ile gri suyu evlerde ayirip gri suyu aritarak bahcede kullanmak yerine onu lagim ile karistirarak yine hem bir kaynaktan oluyoruz hem de aritilmasi cok daha zor bir nesne haline getiriyoruz.
Su toplama ve depolama konusunun sehirlerle baglantisini daha iyi kurmak acisindan okudugum bir yaziyi paylasayim. Bir yerlesim yeri tasarlanirken fazla yagmur suyu nerden tahliye edilecek, bunu tasiyacak kanalizayon kapasitesi ne olacak hesaplari yapiliyor (en azindan Amerika'da, burada bu hesaplari pek beceremedigimiz ortada!). Amerika'da bir mahalleyi tasarlarken bu islerden anlayan biri tasarim surecine katiliyor. Catilardan akan, park yerlerinden, sokaklardan, kaldirimlardan gelen suyu bir dizi teknik ile bunlarin arasinda kalan bahcelere, toprak alanlara emdiriyor. Sonunda kanalizasyon hesabi icin gelen muhendis sasirip kaliyor. Goruyorki tasarim kendi onerecegi kanalizayon sistemi kapasitesinin kat kat ustunde bir kapasiteye sahip. Boylece kanalizasyon sistemi maliyeti dusuyor, bahceler susuz kalmiyor, ev sahipleri ek sulama maliyetinde kurtuluyor, ve cok degerli bir kaynak lagim ile karisip heba olmuyor. Ve butun bunlar ne yaptigini bilen bir tasarimcinin basit birkac duzenlemesi ile! Insan sellerdeki can ve mal kayiplarini dusunmeden edemiyor. O sular ile kimbilir ne kadar alan sulanip, kac kisinin su ihtiyaci karsilanabilecekken insanlar oluyor.
5. Catilardan su toplama. Ortalama bir catidan ne kadar cok su elde edildigini hesabedince yine insanin kafasini duvara vurasi geliyor. Susuzluktan inlerken bu kadar suyu heba etmekle kalmayip bir de kanalizasyonla karistirmamiz insani isyan ettiriyor. Oysa isteyenler icin oyle basit sistemler var ki! Biz ilk uygulamayi kumesimizde yaptik. Simdilik bir varile topluyoruz suyu. Bir sure sonra eger becerebilir de bir golet yaparsak suyu oraya kanalize edecegiz.
Soz kumese gelmisken biraz konudan ayrilayim: Kumes ile ilgili baska degisiklikler de yaptik. Catinin yuksekligini dusuk oldugu kismi bilerek kuzeye vermistik ki kuzey ruzgarlarindan daha az etkilensin. Ama bunu yapinca catinin yuksek oldugu kisim guneyden gelen yagmurlaa tamamen acik kalmis oldu. Bu zamana kadar yagmurlarda buradan kumesin icinin islandigini gozledik. Bu yuzden bu tarafi once delikli cuvalimsi bir ortu ile kapladik. Yetersiz kalinca da bu ortuden ikinci bir kat koyarak gecirimini azalttik. Ancak yine de delikli oldugundan ic taraflarina cuval koyduk. Sonuc olarak kumes yaparken yagmurun serptigi tarafa da dikkat etmekte yarar var cunku nedense gunduz yagmur cok yagsa da ust kattaki kapali yerlerine cikmiyorlar. Bu arada tavuklar ilgin bir sekilde yagmurdan fazla etkilenmiyorlar.En siddetli saganak yagista bile kuyruklarini iyice yere sarkitip vucutlarini kafanin en yukarida oldugu bir ucgen haline getiriyorlar. Sanki yagmur sulari uzerlerinde akip gidiyor. Yagmur sonrasi soyel bir silkinip gayet kurk bir gorunusle dolanmaya devam ediyorlar!
6. Gri su aritma sistemleri. Insani deli eden bir durum daha. Meger gri suyu (lagimin karismadigi her turlu kullanilmis su: banyo, camasir, musluk, vs.) aritmak ne kadar kolaymis. Ama biz lagim ile gri suyu evlerde ayirip gri suyu aritarak bahcede kullanmak yerine onu lagim ile karistirarak yine hem bir kaynaktan oluyoruz hem de aritilmasi cok daha zor bir nesne haline getiriyoruz.
Su toplama ve depolama konusunun sehirlerle baglantisini daha iyi kurmak acisindan okudugum bir yaziyi paylasayim. Bir yerlesim yeri tasarlanirken fazla yagmur suyu nerden tahliye edilecek, bunu tasiyacak kanalizayon kapasitesi ne olacak hesaplari yapiliyor (en azindan Amerika'da, burada bu hesaplari pek beceremedigimiz ortada!). Amerika'da bir mahalleyi tasarlarken bu islerden anlayan biri tasarim surecine katiliyor. Catilardan akan, park yerlerinden, sokaklardan, kaldirimlardan gelen suyu bir dizi teknik ile bunlarin arasinda kalan bahcelere, toprak alanlara emdiriyor. Sonunda kanalizasyon hesabi icin gelen muhendis sasirip kaliyor. Goruyorki tasarim kendi onerecegi kanalizayon sistemi kapasitesinin kat kat ustunde bir kapasiteye sahip. Boylece kanalizasyon sistemi maliyeti dusuyor, bahceler susuz kalmiyor, ev sahipleri ek sulama maliyetinde kurtuluyor, ve cok degerli bir kaynak lagim ile karisip heba olmuyor. Ve butun bunlar ne yaptigini bilen bir tasarimcinin basit birkac duzenlemesi ile! Insan sellerdeki can ve mal kayiplarini dusunmeden edemiyor. O sular ile kimbilir ne kadar alan sulanip, kac kisinin su ihtiyaci karsilanabilecekken insanlar oluyor.
Labels:
nasil yapilir,
permakultur
17 Kasım 2009 Salı
Yagmur Suyu Toplama ve Depolama (2)
Ilk yazidan devam...
2. Akip giden suyu tutmanin ve toprakta depolamanin guzel ve oldukca ucuz bir yolu esyukselti hendekleri (swale). Bundan biraz bahsetmistim ama tekrarlayalim. Arazinin esyukseltileri boyunca yukaridan asagiya dogru biribirine paralel kimi kisa kimi uzun hendekler kaziliyor. Hendeklerin icinden cikan toprak hendegin egim asagi tarafinda yigiliyor ki suyu tutacak toprak biraz daha yukselsin. Kritik nokta bu duvarin ust noktasinin her noktada esyukseltide oldugunu garantilemek. Hendegin tabani da esyukseltide olacak ama zaman zaman cukurluklar ya da yukseltiler olabilir. Burada amac esyukselti uzerinde oldugundan egime dik olan bu hendekte akan suyu toplamak. Su her iki tarafa da akmayacagindan hendek icinde kalacak ve topragin yapisina gore birkac saat ya da birkac gun icinde emilerek topragin alt tabakalarinda depolanacak. Genelde bu hendeklerin her iki taraflarina dikiliyor agaclar ve diger bitkiler. Agaclarin zaman icinde hendegi golgeleyerek suyun buharlasmasini azaltmasi ve yaprak dokerek organik madde ile hendegi doldurmasi saglaniyor. Pinar ile gecen yil "suraya su agaci dikelim, buraya bu agaci dikelim" diye nasil konustugumuzu hatirladim, bu agaclarin suyu nereden gelecek diye hic dusunmeden. Tabii o zaman sulama yapmamiz gerektigini zannediyordum. Iyiki agirdan almisiz bu isi! Simdi ise agac dikilecek yerleri bize hendekler soyleyecek.
Kimi durumlarda ozellikle yamaclarda mevcut agaclarin egim asagi taraflarina yarim aylar seklinde toprak ya da tas yigarak mini bariyerler yaratilabilir. Bunlarin arkasinda yagmur sirasinda su birikecek ve toprak tarafindan emilecek. Bu yarim aylar yukaridan asagiya dogru birinden kacan suyu digeri tutacak sekilde sasirtmali olarak yerlestirilebilirse en fazla su tutulmus olacaktir.
Kaynak: Penny Livingston Pastoral Vadi Calistay Notlari
Su yapilarina goletler, barajlar, su kanallari da eklenebilir. Iyi tasarlanmis bir sistemde su arazide yavaslatilarak gezdirilmeli (kanallar), uygun yerlerde topraga emdirilmeli (esyukselti hendekleri), gerekiyorsa baraj ve goletlerde biriktirilmeli. Biriken yerlerde olusabilecek tasmalar yine kanal ya da hendeklerle dagitilmali.
3. Organik toprak ortusu (mulch) kullanma. Organik toprak ortusu de bilgetasarimda surekli karsiniza cikan her derde deva tekniklerden biri. Su tutup buharlasmasini onlemeye ek olarak, yavas yavas curuyerek gubre oluyor ve istenmeyen bitkileri ortup buyumelerini engelliyor. Bizim cevrede maalesef bunu hic yapmadiklari gibi, aniz yakiyorlar (yani zengin bir kaynagi heba ediyorlar) ve bunu yaparken atmosfere CO2 eklemekle kalmayip bir suru orman yanginina neden oluyorlar. Gel de, " biz nasil bu hale geldik?" diye aglama!
4. Cesit cesit bitkileri biribirine yakin dikme. Yine bir tasla birkac kus. Hem verim artiyor, hem toprak golgelenip buharlasma azaltiliyor. Hem de yogun bitkilerin kendi kendilerine organik toprak ortusu uretmeleri saglaniyor. Koklerin serin olmasi bitkilerdeki terleme dolayisi ile kaybedilen suyu azaltiyor. Haliyle bitkilerin gunes isigi ihtiyaclari dikkate alinmali.
2. Akip giden suyu tutmanin ve toprakta depolamanin guzel ve oldukca ucuz bir yolu esyukselti hendekleri (swale). Bundan biraz bahsetmistim ama tekrarlayalim. Arazinin esyukseltileri boyunca yukaridan asagiya dogru biribirine paralel kimi kisa kimi uzun hendekler kaziliyor. Hendeklerin icinden cikan toprak hendegin egim asagi tarafinda yigiliyor ki suyu tutacak toprak biraz daha yukselsin. Kritik nokta bu duvarin ust noktasinin her noktada esyukseltide oldugunu garantilemek. Hendegin tabani da esyukseltide olacak ama zaman zaman cukurluklar ya da yukseltiler olabilir. Burada amac esyukselti uzerinde oldugundan egime dik olan bu hendekte akan suyu toplamak. Su her iki tarafa da akmayacagindan hendek icinde kalacak ve topragin yapisina gore birkac saat ya da birkac gun icinde emilerek topragin alt tabakalarinda depolanacak. Genelde bu hendeklerin her iki taraflarina dikiliyor agaclar ve diger bitkiler. Agaclarin zaman icinde hendegi golgeleyerek suyun buharlasmasini azaltmasi ve yaprak dokerek organik madde ile hendegi doldurmasi saglaniyor. Pinar ile gecen yil "suraya su agaci dikelim, buraya bu agaci dikelim" diye nasil konustugumuzu hatirladim, bu agaclarin suyu nereden gelecek diye hic dusunmeden. Tabii o zaman sulama yapmamiz gerektigini zannediyordum. Iyiki agirdan almisiz bu isi! Simdi ise agac dikilecek yerleri bize hendekler soyleyecek.
Kimi durumlarda ozellikle yamaclarda mevcut agaclarin egim asagi taraflarina yarim aylar seklinde toprak ya da tas yigarak mini bariyerler yaratilabilir. Bunlarin arkasinda yagmur sirasinda su birikecek ve toprak tarafindan emilecek. Bu yarim aylar yukaridan asagiya dogru birinden kacan suyu digeri tutacak sekilde sasirtmali olarak yerlestirilebilirse en fazla su tutulmus olacaktir.
Kaynak: Penny Livingston Pastoral Vadi Calistay Notlari
Su yapilarina goletler, barajlar, su kanallari da eklenebilir. Iyi tasarlanmis bir sistemde su arazide yavaslatilarak gezdirilmeli (kanallar), uygun yerlerde topraga emdirilmeli (esyukselti hendekleri), gerekiyorsa baraj ve goletlerde biriktirilmeli. Biriken yerlerde olusabilecek tasmalar yine kanal ya da hendeklerle dagitilmali.
3. Organik toprak ortusu (mulch) kullanma. Organik toprak ortusu de bilgetasarimda surekli karsiniza cikan her derde deva tekniklerden biri. Su tutup buharlasmasini onlemeye ek olarak, yavas yavas curuyerek gubre oluyor ve istenmeyen bitkileri ortup buyumelerini engelliyor. Bizim cevrede maalesef bunu hic yapmadiklari gibi, aniz yakiyorlar (yani zengin bir kaynagi heba ediyorlar) ve bunu yaparken atmosfere CO2 eklemekle kalmayip bir suru orman yanginina neden oluyorlar. Gel de, " biz nasil bu hale geldik?" diye aglama!
4. Cesit cesit bitkileri biribirine yakin dikme. Yine bir tasla birkac kus. Hem verim artiyor, hem toprak golgelenip buharlasma azaltiliyor. Hem de yogun bitkilerin kendi kendilerine organik toprak ortusu uretmeleri saglaniyor. Koklerin serin olmasi bitkilerdeki terleme dolayisi ile kaybedilen suyu azaltiyor. Haliyle bitkilerin gunes isigi ihtiyaclari dikkate alinmali.
Labels:
nasil yapilir,
permakultur
14 Kasım 2009 Cumartesi
Yagmur Suyu Toplama ve Depolama (1)
Not: Cogunu Gaia's Garden (Toby Hemenway) kitabindan aldigim bilgileri bir yaziya sigdiramadim.
Canlilarin yasayacagi bir ortami tasarlarken (balkondaki saksilardan, buyuk bir ciftlige, tek bir ailenin evinden, dev bir sehire) herzaman ilk onceligimiz su olmali. Bu onceligin bir ciftlik tasariminda nasil hayata gecirilecegine bilgetasarim (permakultur) penceresinden bakalim. Tekrar olacak ama bilgetasarim tarim/ciftcilik ile sinirli olmadigindan buradaki cozumlerin cogu aslinda sehirlerde de kullanilmasi gereken cozumler, gerek tek tek evlerde, gerekse daha genel sehir bolge planlama projelerinde.
Cogumuz tabii ki suyun yasamsal onemini biliyoruz ama su kullanimina yaklasimimiz asagidaki adimlardan ileri pek gitmiyor:
- Eve/araziye sebekeden su baglatmak ya da duruma gore kendi kuyumuzu kullanmak.
- Ev ve arazide suyu borularla dagitip, sulama yapilabilecek noktalar olusturmak.
- Eger bir adim daha ileri gideceksek damla sulama sistemi dosemek.
Yukaridaki adimlar benim icin de cok dogal oldugundan bilgetasarim cercevesinde "su tuketirken yillik yagis butcenizi asmamaniz lazim" lafini okuyunca "hadi canim" dedim. Ama ardindan yeralti sularini hesapsizca kullanmanin nasil yillardir birikmis ve cok kotu gunler icin saklamamiz gereken depolari bosalttigini, bizimki gibi denize yakin bolgelerde tum yeralti suyunun tuzlanmasi riskini getirdigini, ve ozellikle buharlasmanin yagistan fazla oldugu bolgelerde nasil bir toprakta tuzlanma yarattigini, sehirlere hesapsizca kullanilan suyu saglayabilmek icin dogaya nasil zarar verildigini ogrendikce su kullanis bicimimizin temelden yanlis oldugunu kavradim. Bilgetasarimin bu konudaki cozumlerini ogrendikce de insanlik olarak nasil bu hale gelmisiz, bildigimiz seyleri bile nasil unutmusuz diye hayiflandim. Meger daha hicbirsey dikmeden once arazimizde su toplamak ve depolamak icin yapmamiz gereken epey sey varmis. Hatta bunlari dogru olarak yaptigimizda diktigimiz bitkilere bagli olarak belki hic ek sulama yapmamiz gerekmeyebilirmis.
Simdi tekniklere gecelim. Iki amacimiz var, yagmur suyunu olabildigince verimli bir sekilde toplamak ve topladigimiz suyu en etkin sekilde kullanmak.
1. Buyuk olasilik su deposu yapma, catidan su toplama, suyu aritip tekrar kullanma gibi seyler geliyor akliniza ama toprak ile baslayacagiz cunku suyu yakalamanin ve depolamanin en kolay ve ucuz yolu, dogrudan topragi kullanmak. Bunun birkac yontemi var. Ilk yapilacak sey, topragin kalitesini artirmak, organik madde icerigini zenginlestirmek. Bilgetasarimda topragi iyilestirmek o kadar onemli ki, konu ne olursa olsun bir yerden topraga geliniyor. "Su toplamak bile mi topragin organik madde icerigi ile ilgiliymis?" diye biraz supheci yaklastim acikcasi. Ama ortaya cikti ki organik maddenin inanilmaz bir su tutma kapasitesi var. Ornegin topraktaki organik madde %1'den %2'ye cikarsa sulama ihtiyaci %75 azaliyor. Organik madde suyu gorunce sunger gibi sisiyor. 30 cm.lik humuslu zengin toprak, ayni buyuklukte neredeyse 10 cm.derinliginde bir goletin aldigi kadar su tutuyor, hem de bedavaya. Ne bir depo, ne havuz yapmaya gerek kalmadan.
Tersini de dusunelim. Toprak organik madde acisindan fakirlestikce ve sıkıştıkça yagmur suyunu emme kapasitesi azaliyor. Hele de biraz egim varsa su akip gidiyor.
Canlilarin yasayacagi bir ortami tasarlarken (balkondaki saksilardan, buyuk bir ciftlige, tek bir ailenin evinden, dev bir sehire) herzaman ilk onceligimiz su olmali. Bu onceligin bir ciftlik tasariminda nasil hayata gecirilecegine bilgetasarim (permakultur) penceresinden bakalim. Tekrar olacak ama bilgetasarim tarim/ciftcilik ile sinirli olmadigindan buradaki cozumlerin cogu aslinda sehirlerde de kullanilmasi gereken cozumler, gerek tek tek evlerde, gerekse daha genel sehir bolge planlama projelerinde.
Cogumuz tabii ki suyun yasamsal onemini biliyoruz ama su kullanimina yaklasimimiz asagidaki adimlardan ileri pek gitmiyor:
- Eve/araziye sebekeden su baglatmak ya da duruma gore kendi kuyumuzu kullanmak.
- Ev ve arazide suyu borularla dagitip, sulama yapilabilecek noktalar olusturmak.
- Eger bir adim daha ileri gideceksek damla sulama sistemi dosemek.
Yukaridaki adimlar benim icin de cok dogal oldugundan bilgetasarim cercevesinde "su tuketirken yillik yagis butcenizi asmamaniz lazim" lafini okuyunca "hadi canim" dedim. Ama ardindan yeralti sularini hesapsizca kullanmanin nasil yillardir birikmis ve cok kotu gunler icin saklamamiz gereken depolari bosalttigini, bizimki gibi denize yakin bolgelerde tum yeralti suyunun tuzlanmasi riskini getirdigini, ve ozellikle buharlasmanin yagistan fazla oldugu bolgelerde nasil bir toprakta tuzlanma yarattigini, sehirlere hesapsizca kullanilan suyu saglayabilmek icin dogaya nasil zarar verildigini ogrendikce su kullanis bicimimizin temelden yanlis oldugunu kavradim. Bilgetasarimin bu konudaki cozumlerini ogrendikce de insanlik olarak nasil bu hale gelmisiz, bildigimiz seyleri bile nasil unutmusuz diye hayiflandim. Meger daha hicbirsey dikmeden once arazimizde su toplamak ve depolamak icin yapmamiz gereken epey sey varmis. Hatta bunlari dogru olarak yaptigimizda diktigimiz bitkilere bagli olarak belki hic ek sulama yapmamiz gerekmeyebilirmis.
Simdi tekniklere gecelim. Iki amacimiz var, yagmur suyunu olabildigince verimli bir sekilde toplamak ve topladigimiz suyu en etkin sekilde kullanmak.
1. Buyuk olasilik su deposu yapma, catidan su toplama, suyu aritip tekrar kullanma gibi seyler geliyor akliniza ama toprak ile baslayacagiz cunku suyu yakalamanin ve depolamanin en kolay ve ucuz yolu, dogrudan topragi kullanmak. Bunun birkac yontemi var. Ilk yapilacak sey, topragin kalitesini artirmak, organik madde icerigini zenginlestirmek. Bilgetasarimda topragi iyilestirmek o kadar onemli ki, konu ne olursa olsun bir yerden topraga geliniyor. "Su toplamak bile mi topragin organik madde icerigi ile ilgiliymis?" diye biraz supheci yaklastim acikcasi. Ama ortaya cikti ki organik maddenin inanilmaz bir su tutma kapasitesi var. Ornegin topraktaki organik madde %1'den %2'ye cikarsa sulama ihtiyaci %75 azaliyor. Organik madde suyu gorunce sunger gibi sisiyor. 30 cm.lik humuslu zengin toprak, ayni buyuklukte neredeyse 10 cm.derinliginde bir goletin aldigi kadar su tutuyor, hem de bedavaya. Ne bir depo, ne havuz yapmaya gerek kalmadan.
Tersini de dusunelim. Toprak organik madde acisindan fakirlestikce ve sıkıştıkça yagmur suyunu emme kapasitesi azaliyor. Hele de biraz egim varsa su akip gidiyor.
Labels:
nasil yapilir,
permakultur
8 Kasım 2009 Pazar
Ceviz Kardesligi
Evet, nerede kalmistik? BilgeTasarim (Permakultur), dogayi model alin diyor dedik, doga da ormana dogru karmasiklasmak istiyor. O zaman bahcelerimizi ormani modelleyerek tasarlamamiz gerekiyor. Yani buyuk agaclar olacak, altinda bodur agaclar, onlarin altinda calilar, tirmananlar, surunenler, vs. Bunun cok daha verimli oldugunu anlamak kolay da uygulamaya gelince hangi bitki turlerini bir araya getirmek gerektigini bulmak o kadar kolay degil. BilgeTasarimda biribiri ile iyi gecinen ve dogada genellikle bir arada gozlemlenen agac merkezli bitkiler topluluklarina benzer topluluklara "guild" deniyor. Bir anlamda "komsu bitkiler" denebilir. Bunlar ya biribirini olumlu etkiliyor ya da en azindan aralarinda olumsuz bir etkilesim olmuyor.
Kafanizda bu kavrami biraz daha netlestirmek icin Gaia's Garden kitabindan Ceviz agaci merkezli bir komsu bitkiler toplulugunu inceleyelim. Ama oncelikle ceviz agaci ile ilgili bir ozel bilgi: Ceviz baskilayici (allelopathic), yani etrafindaki rakip bitkilerin gelisimini engellemek icin bir zehirli madde salgiliyor (juglone). Yani ceviz etrafinda bir komsu bitkiler toplulugu olusturmak normalden biraz daha zorlu. Ama Arizona'li BilgeTasarimci Tim Murphy bunu becermis.
Bu toplulukta merkezi haliyle bir ceviz agaci olusturuyor. Cevizin neden secildigini cok fazla irdelemeye gerek yok, hemen herkesin cok sevdigi ve oldukca degerli bir urun veren bir agac. Salgiladigi zehir yuzunden etrafina koyacaklarimizi daha dikkatli incelememiz gerekiyor. Iyi bir BilgeTasarimcinin yapmasi gerektigi gibi dogayi gozleyen Tim, farkediyor ki cevizlerin kuru golgesi altinda citlembik (hackberry - Celtis spp.) yetismekte. Belli ki citlembik cevizin salgiladigi juglone'dan etkilenmemekte. Ancak ilginc bir baska olay, citlembigin de aslinda baskilayici (allelopathic) olusu ve bu iki farkli baskilayici zehirin biribirini adeta tamamlamalari. Ceviz tarafindan salgilanan juglone bircok bitkinin gelisimini engellerken otlara birsey yapmiyor. Citlembik tarafindan salgilanan baskilayici ise ot ve diger yuzeysel koklu bitkileri yasatmiyor.
Bu ikilinin yanina bir baska bitki daha ekleyebilmek iyice zorlasti ama gozleme devam. Tim goruyor ki cevizlerin altinda bazen kuşüzümü (currant) yetisiyor ama ancak eger citlembik de varsa! Gaia's Garden kitabinda yazar Murphy'nin bir takim teorilerinden bahsediyor, kuşüzümünün nasil olup da bu ikilinin yaninda yasayabildigini aciklayan. Meraklisini bu referansi verip uzatmamak icin devam edelim.
Bu uclu, kurdugumuz komsu bitkilerin temelini olusturuyor. Ceviz, kereste, yabanil hayat icin yasam alani, kuşüzümü elde ediyoruz ama BilgeTasarimci olarak dahasini istiyoruz!
Tim, citlembik altinda yetisen 2 cesit bitkiyi daha gozlemliyor: Bir cesit biber (Chiltepine - capsicum aviculare) ve wolfberry (Lycium spp.). Her ikisi de domates, biber, patlicanin uyesi oldugu Solanaceae ailesinden. Yani bu ikiliye ek olarak belki domates, biber eklemek de mumkun olabilir diyor Tim, herhalde kendisi denememis.
Giderek gelistirdigimiz bu gruba bir de azot baglayici eklesek iyi olur. [Bu mucize bitkiler bildiginiz gibi diger bitkiler gibi topraktaki azotu kullanmak yerine havanin %78'ini olusturan azotu, koklerinde bakteriler yardimi ile kullanabiliyorlar. Yani kendileri en azotsuz yerde bile buyuyebildikleri gibi cevrelerinde bitkilerin de azot ihtiyacini karsiliyorlar. Bu inanilmaz ozelliklerinden dolayi da bilgetasarimda azot baglayicilar (gerek otsu, gerek cali, gerekse agac olanlar) bolca kullaniliyor.] Tim'in bu amacla onerdigi agac iğde cunku juglone'dan olumsuz etkilenmiyor. Ayni aileden goumi, oldukca guzel meyveler veriyor.
Son olarak ceviz kardesliginin sinirina juglone'un etki alanin sinirlayacak bir bitki bulmaliyiz ki aradaki bu tampon bolgeden sonrasina juglone'a duyarli olabilecek agaclari da dikebilelim. Tim'in bu amacla onerdigi agaclar: Dut, murver agaci (elderberry), akasya, ve black locust. Bu son ikisi ayni zamanda azot baglayici ve arilar tarafindan cok seviliyorlar.
Asagidaki resim, bahsettigimiz bitkilerin bir araya nasil getirilebilecegine dair bir ornek sunuyor. Bu tip bir kardeslik kurulurken genel kural bitki ne kadar buyukse ondan az sayida, kuculdukce ise daha cok sayida kullanmak. Ornegin en kocaman ceviz agaci 1 tane. Bir de digerlerini dikerken ceviz agacinin yetiskin boyutu gozonune alinmali. Domates, biber, patlican cok gunesli olmayan yerlerde ceviz golgesinin biraz disina dogru ekilmeli ama cok sicak ve gunesli yerlerde bir miktar golgeden faydalanmalari saglanmali.
Boylesi bir komsu bitkiler grubu cesitliligi ve olumlu etkilesimi kardes bitkiler kavraminin da otesine tasiyor (kuslar, minik memeliler, daha zengin bir bocek toplulugu, cevreden biraz faklilasmis bir mikro-iklim). Belki daha onemlisi doganin katmanli yapisi taklit edilerek birim alandan cok daha fazla verim aliniyor, zenginlik azaltilmadan, tam tersine artirilarak. Ceviz kardesligi sadece bizi degil pek cok baska yabanil hayvani da besliyor ki onlar da karinlarini doyururken bizim icin faydali olmus oluyorlar. Bu da biletasarimin 3 temel etik kuralina uydugumuzu gosteriyor:
- insani koru/kolla
- dogayi koru/kolla
- (tuketimi kıs ve) fazlayi paylas
Kafanizda bu kavrami biraz daha netlestirmek icin Gaia's Garden kitabindan Ceviz agaci merkezli bir komsu bitkiler toplulugunu inceleyelim. Ama oncelikle ceviz agaci ile ilgili bir ozel bilgi: Ceviz baskilayici (allelopathic), yani etrafindaki rakip bitkilerin gelisimini engellemek icin bir zehirli madde salgiliyor (juglone). Yani ceviz etrafinda bir komsu bitkiler toplulugu olusturmak normalden biraz daha zorlu. Ama Arizona'li BilgeTasarimci Tim Murphy bunu becermis.
Bu toplulukta merkezi haliyle bir ceviz agaci olusturuyor. Cevizin neden secildigini cok fazla irdelemeye gerek yok, hemen herkesin cok sevdigi ve oldukca degerli bir urun veren bir agac. Salgiladigi zehir yuzunden etrafina koyacaklarimizi daha dikkatli incelememiz gerekiyor. Iyi bir BilgeTasarimcinin yapmasi gerektigi gibi dogayi gozleyen Tim, farkediyor ki cevizlerin kuru golgesi altinda citlembik (hackberry - Celtis spp.) yetismekte. Belli ki citlembik cevizin salgiladigi juglone'dan etkilenmemekte. Ancak ilginc bir baska olay, citlembigin de aslinda baskilayici (allelopathic) olusu ve bu iki farkli baskilayici zehirin biribirini adeta tamamlamalari. Ceviz tarafindan salgilanan juglone bircok bitkinin gelisimini engellerken otlara birsey yapmiyor. Citlembik tarafindan salgilanan baskilayici ise ot ve diger yuzeysel koklu bitkileri yasatmiyor.
Bu ikilinin yanina bir baska bitki daha ekleyebilmek iyice zorlasti ama gozleme devam. Tim goruyor ki cevizlerin altinda bazen kuşüzümü (currant) yetisiyor ama ancak eger citlembik de varsa! Gaia's Garden kitabinda yazar Murphy'nin bir takim teorilerinden bahsediyor, kuşüzümünün nasil olup da bu ikilinin yaninda yasayabildigini aciklayan. Meraklisini bu referansi verip uzatmamak icin devam edelim.
Bu uclu, kurdugumuz komsu bitkilerin temelini olusturuyor. Ceviz, kereste, yabanil hayat icin yasam alani, kuşüzümü elde ediyoruz ama BilgeTasarimci olarak dahasini istiyoruz!
Tim, citlembik altinda yetisen 2 cesit bitkiyi daha gozlemliyor: Bir cesit biber (Chiltepine - capsicum aviculare) ve wolfberry (Lycium spp.). Her ikisi de domates, biber, patlicanin uyesi oldugu Solanaceae ailesinden. Yani bu ikiliye ek olarak belki domates, biber eklemek de mumkun olabilir diyor Tim, herhalde kendisi denememis.
Giderek gelistirdigimiz bu gruba bir de azot baglayici eklesek iyi olur. [Bu mucize bitkiler bildiginiz gibi diger bitkiler gibi topraktaki azotu kullanmak yerine havanin %78'ini olusturan azotu, koklerinde bakteriler yardimi ile kullanabiliyorlar. Yani kendileri en azotsuz yerde bile buyuyebildikleri gibi cevrelerinde bitkilerin de azot ihtiyacini karsiliyorlar. Bu inanilmaz ozelliklerinden dolayi da bilgetasarimda azot baglayicilar (gerek otsu, gerek cali, gerekse agac olanlar) bolca kullaniliyor.] Tim'in bu amacla onerdigi agac iğde cunku juglone'dan olumsuz etkilenmiyor. Ayni aileden goumi, oldukca guzel meyveler veriyor.
Son olarak ceviz kardesliginin sinirina juglone'un etki alanin sinirlayacak bir bitki bulmaliyiz ki aradaki bu tampon bolgeden sonrasina juglone'a duyarli olabilecek agaclari da dikebilelim. Tim'in bu amacla onerdigi agaclar: Dut, murver agaci (elderberry), akasya, ve black locust. Bu son ikisi ayni zamanda azot baglayici ve arilar tarafindan cok seviliyorlar.
Asagidaki resim, bahsettigimiz bitkilerin bir araya nasil getirilebilecegine dair bir ornek sunuyor. Bu tip bir kardeslik kurulurken genel kural bitki ne kadar buyukse ondan az sayida, kuculdukce ise daha cok sayida kullanmak. Ornegin en kocaman ceviz agaci 1 tane. Bir de digerlerini dikerken ceviz agacinin yetiskin boyutu gozonune alinmali. Domates, biber, patlican cok gunesli olmayan yerlerde ceviz golgesinin biraz disina dogru ekilmeli ama cok sicak ve gunesli yerlerde bir miktar golgeden faydalanmalari saglanmali.
Boylesi bir komsu bitkiler grubu cesitliligi ve olumlu etkilesimi kardes bitkiler kavraminin da otesine tasiyor (kuslar, minik memeliler, daha zengin bir bocek toplulugu, cevreden biraz faklilasmis bir mikro-iklim). Belki daha onemlisi doganin katmanli yapisi taklit edilerek birim alandan cok daha fazla verim aliniyor, zenginlik azaltilmadan, tam tersine artirilarak. Ceviz kardesligi sadece bizi degil pek cok baska yabanil hayvani da besliyor ki onlar da karinlarini doyururken bizim icin faydali olmus oluyorlar. Bu da biletasarimin 3 temel etik kuralina uydugumuzu gosteriyor:
- insani koru/kolla
- dogayi koru/kolla
- (tuketimi kıs ve) fazlayi paylas
Labels:
agac kardesligi,
permakultur
6 Kasım 2009 Cuma
Gundemi Takip: GDO'lu Gidalar
Radikal gazetesinde Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu'nun hazırladığı broşürden bir bölüm yayinlandi. Su siralar dolasan bilgiden cok korkutucu ve komplocu mesajlar iceren pek cok yaziya gore daha iyi hazirlanmis gibi geldi. Buyrun:
04/11/2009 12:05
Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren gıda ve yem amaçlı genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar (GDO) ve ürünlerinin ithalatı, işlenmesi, ihracatı, kontrol ve denetimine ilişkin yönetmelik ülkemizde büyük bir tartışma yarattı. GDO'lu ürünlerin insan sağlığına etkisi ne olacak? Sorusu tartışmalarda öne çıkarken konunun henüz gündeme gelmeyen ekonomik-ticari pek çok yönü de olduğu yavaş yavaş belirginleşiyor. Önümüzdeki günlerde konuyla ilgili yasa tasarısının da Meclis'e getirileceğini göz önüne alarak, uzun süredir konuyu kamuoyunun gündeme getirmek için çaba harcayan Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu'nun hazırladığı broşürden bir bölümü yayımlıyoruz
10 SORUDA GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR
1 - Çiftçilerin hasattan tohumunu ayırma hakkı ihlal ediliyor mu?
Bilindiği gibi biz köylüler geleneksel (bilge) köylü tarımcılığında yeniden ekilmek üzere ürettiğimiz ürünümüzden tohumluğumuzu ayırabiliyor ve saklayabiliyorduk. Bu amaçla Tarım Bakanlığı tarafından köylerde kurulmuş olan selektör dairelerinde, ürünümüzden ayırdığımız tohumlukları yabani tohumlardan ayırıyor, yeterli irilikte ve olgunlukta olanları seçiyor, kullanıyorduk. Üretimimizi bu şekilde ayırdığımız tohumluğumuzla özgür bir biçimde sürdürüyorduk. Tarımı ve çiftçiyi var eden, tarımsal üretimin günümüze kadar sürmesini sağlayan bu bitki üretme hakkımız ilkönce selektör dairelerinin kapatılması, daha sonra da dışarıdan tohum alımının serbest bırakılmasıyla budanmaya başlandı.
Ardından milyarlarca çiftçiye ait olan bitki üretme hakkı şimdilerde sayıları 10’u bulmayan tohum şirketlerine tohumları patentleme izni verilerek elimizden alınıyor. Biz çiftçilerin ürettiğimiz ürünümüzden tohumluğumuzu ayırma hakkımız elimizden alınıyor.
Aslında genetiği değiştirilmiş tohumlarla üretim yapan ülkelerin çiftçileri genetiği ile oynanmamış tohumlarla üretim yapmak istiyor. Kanada’da genetiği değiştirilmiş tohumla üretim yapan 1.566 çiftçi arasında yapılan bir araştırma bu durumu kanıtlıyor. Araştırmada 1.566 çiftçinin % 83’ü genetiği ile oynanmış tohum kullanmaya karşı olduğunu ve üretimde kullanmak istemediğini belirtmiştir. Kanadalı çiftçiler genetiği değiştirilmiş tohumla üretime karşı olma gerekçelerini;
a. Kazançlarının düştüğü,
b. Gıda arzının şirketlere geçtiği,
c. Doğal bitkilerin ve ürünlerin risk altına girdiği,
d. Piyasa kaybına uğradıkları şeklinde belirtmişlerdir.
Kanada örneğinde olduğu gibi biz Türkiyeli çiftçilere zarar ettirecek, sadece şirketlere bizim sırtımızdan kazandıracak genetiği değiştirilmiş tohumla üretim yapmak istemiyoruz.
2- Canlıya Sahip Olmak Mümkün müdür, Bu Mümkün Olmalı mıdır? İnsanoğlunun tarıma başladığı ilk yıllarda buğday yabancı bir ottu. Olgunlaştığı zaman başakları çatlar, tohumları da toprağa saçılırdı. Buğdayın doğadaki devamlılığını sağlayan buydu. Ancak bu durum tohumun toplanarak üretim yapılmasına olanak vermiyordu. Kadın çiftçiler önce bu başaklar arasında tohumlarını saçmayanları seçmek suretiyle üretime başladılar. Yani doğada, tohumluğunu ekme, seçtiği tohumu tarlaya saçma yöntemiyle ıslah çalışmaları yapmaya başladılar ve böyle yapageldiler. Ekseriyetle kadınlar bu, ıslah ve geliştirme çalışmalarını laboratuarlarda değil, doğanın bağrında uygulamalı olarak yaptılar. Bu süreç ve üretim tarzı on binlerce yıldır sürmektedir. Buğday, arpa, çeltik ve daha birçok bitki kadın çiftçilerin binlerce yıldır sürdürdüğü ıslah çalışmaları ve bilgeliğiyle bugüne kadar geldi. Bu, ürün çeşitliliğini hem artırdı hem de devamlılığımı sağladı.
Bu gerçeklere rağmen şirketler bugün kendilerini yeniliklerin ve fikri mülkiyetin tek kaynağı olarak görmekte ve anlatmakta sakınca görmüyorlar.
Şirketler, aslında bir bitkiyi doğal yaşam alanı olan ortamdan alarak bitkinin genleriyle laboratuar ortamlarında oynuyorlar. Sonra da genini değiştirdikleri bitki için patent alıyorlar. Patentini aldığı “bitkinin sahibi benim” diyerek o canlının sahibi oluyorlar. Yani bir tür gen korsanlığı, “hırsızlığı” yapıyorlar. Oysa genleri ile oynadıkları bu canlı(lar) yüzyıllardır zaten doğada yaşaya gelmektedir.
Ayrıca eğer şirketler istemezlerse bu bitkilerin ürününden insanlar ve hayvanlar da yararlanamayacak. Neden? Şirketlere patent yoluyla canlıya sahip olma hakkı tanındığı için!
3- Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar İlaç Kullanımını Azaltır, İlaç Fiyatını Düşürür mü? Şirketler ürettikleri kimyasallarla topraklarımızı ve sularımızı önce kirlettiler. Şimdi de “doğa kirlendi, toprak, su, insanlar ve diğer tüm canlılar tehlike altındadır” diyor, genetiği değiştirilmiş tohum kullanmamız gerektiğini empoze ediyorlar. Böylece daha az ilaç kullanmış olacağımızı, felaketlerin de önünü alacağımızı propaganda ediyorlar.
Ancak gerçekler tohum ilaç ve gıda şirketlerinin söylediği gibi değildir.
Kanıtlar:
a) Ekilebilir tarım arazilerinin %74’ünde soya, mısır ve pamuk yetiştiren Arjantin’de, 1996 yılında 13,9 milyon litre glyphosate kullanılmış. 2008 yılına gelindiğinde Arjantin’de ilaç kullanım miktarı 200 milyon litreye ulaşmış. 1996 yılından 2008’e GDO’lu soya ekim alanı 5 kat, yabancı ot ilacı gloyphosate kullanımı 14 kat artmıştır.
Bu nedenle genetiği değiştirilmiş tohumla ürün yetiştirilmesi, kullanımı ve satışının ülkemiz genelinde yasak olarak kalması önemlidir.
b) Peki, genetiği değiştirilmiş tohumlar ve kullanılan ilaçlar ucuz mudur, bir de buna bakalım isterseniz.
Şirketler bir kez genetiği değiştirilmiş tohumla üretimi yaygınlaştırdıktan sonra çiftçiler, tohum şirketinin tohumuna, üretim modeline ve fiyat belirlemesine teslim olur. Her yıl tohumu daha yüksek fiyatla almak zorunda kalır. Yani elini bir kez veren çiftçi bir daha kolunu tohum şirketlerinden kurtaramaz.
Örnekler:
• ABD’deki genetiği değiştirilmiş tohumların başını çeken soya tohumunun ortalama fiyatı 2006-2008 yılları arası iki yıllık süreçte % 50’den daha fazla arttı.
• Roundup herbisitin perakende fiyatı Aralık 2006’dan Haziran 2008’e iki yıldan daha az bir sürede % 134 artış gösterdi.
Biz çiftçiler biliyoruz ki, doğal denge korunabildiği oranda daha az, doğanın bozulduğu oranda daha fazla girdi (ilaç, gübre v.s.) kullanmak zorunda kalırız.
Demek ki, genetiği değiştirilmiş tohumlarla üretim yapıldığında hem ilaç kullanımı hem de ilaç fiyatı sürekli artıyor. Yani ilaç ve ecza şirketleri zenginleşiyor, çiftçiler yoksullaşıyor!
4- GDO Verimliliği Arttır mı?
Şirketler, genetiği değiştirilmiş ürünler “açlığa çare, çiftçiye bol kazanç getirir” diyorlar. Bu kocaman bir kuyruklu yalandır!
Kanıtlar:
4.1 ABD üniversiteleri tarafından yapılan testlerde genetiği değiştirilmiş soyanın diğer soyalara göre % 5,3 daha az verimli olduğu tespit edilmiştir. Nebraska Üniversitesi agroministlerinin (bitki bilimcilerinin) 2001 yılında yaptıkları çalışmalarda da veriler aynı sonuç elde edilmiştir. Kansas Devlet Üniversitesi’nin yaptığı çalışmalarda ise genetiği değiştirilmiş soyanın verimliliğinin % 9 oranında daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır.
4.2 ABD’de pamuk ekim alanlarının % 86’sında genetiği değiştirilmiş pamuk ekimi yapılmaktadır. ABD’de genetiği değiştirilmiş tohumla üretilen pamuğun verimi ise 933 kg/ha civarındadır. Çin’de pamuk ekim alanlarının % 68’i, Hindistan’da % 76’sı, Arjantin’de % 95’i genetiği değiştirilmiş tohumlarla yapılmaktadır. Çin’de verim 1.313 kg/ha., Hindistan’da 553 kg/ ha, Arjantin’de 483 kg/ha’dır.
Türkiye’de ise genetiği değiştirilmemiş tohumlarla yapılan pamuk üretimindeki verimlilik hektara 1.334 kg/ha’dır. Dünya pamuk verim ortalaması ise 775kg/ha’dır.
4.3 Genetiği değiştirilmiş Roundup Ready’li kanola mahsulünde % 40 oranında artış iddialarına karşı Avustralya, “yapılan denemeler bizim ulusal ortalamamızın % 17 altında olmuştur” diye açıklamalarda bulunmuştur.
Bu sonuçlardan da anlaşılacağı gibi genetiği değiştirilmiş tohumlarla yapılacak üretim, verimliliği arttırmayacağı ve biz çiftçilere kazandırmayacağı gibi açlığa da çare olmayacaktır.
5- Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar Yoksulluğa Çare midir?
Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar üreten şirketlerin bir başka propagandası “genetiği değiştirilmiş tohumlar yoksulluğa çaredir” söylemidir. Bu da doğru değildir!
Kanıtlar:
Paraguay, genetiği değiştirilmiş soya ekim
alanı bakımından dünyada yedinci sıradadır.
Fakat Paraguay köylülerinin % 40’ı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
Güney Afrika’da 2000 yılından bu yana
genetiği değiştirilmiş pamuk eken çiftçi sayısında 4 kata yakın bir azalma görülmüştür.
Arjantin’in bitkisel üretiminin%75’igenetiği
değiştirilmiş tohumlarla gerçekleşmektedir.
Arjantin, 1970’lerde Latin Amerika’nın refah
düzeyi en yüksek, fakirlik oranı % 5 olan
bir ülkesiydi. Genetik tohumla üretimi
artan Arjantin 2002’lere geldiğinde fakirlik oranı % 51 ‘e yükselmiştir. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim öncesinde Arjantinli çiftçiler ve tüketiciler
zor zamanlarda kendi yiyeceklerini kendileri ekerek/üreterek karınlarını doyurabilmişti.
Ancak genetiği değiştirilmiş tohumla üretimin yaygınlaşmasından sonra kendilerine ait yerel tohumları, yerel tohumla üretim yapma bilgilerini ve araçlarını yitirdiklerinden dolayı bu mümkün olmamıştır.
Hint tarımına genetiği değiştirilmiş tohum şirketleri egemen olmaya başladığından bu yana artık çiftçilerin hangi ürünleri yetiştireceğine şirketler karar veriyorlar. Şirketlerin burada uyguladığı sömürü sistemi dayanılmaz bir hal almış durumda. Hindistan’da genetiği değiştirilmiş tohumlarla pamuk yetiştiren çiftçilerden ipoteğini ödeyemeyen çiftçiler canlarına kıymaya başladılar. Hindistan’da 1997-2007 arasında intihar eden çiftçilerin sayısı İçişleri Bakanlığı verilerine göre 182 bin 936. 2008 rakamlarının 16 bine yaklaştığı belirtiliyor. Sadece 2009’da hayatına son veren çiftçi sayısı 2000’i geçmiş.
Büyük tarım ve ilaç tekelleri ürün ve pazar denetimini ele geçirdiği oranda yoksullaşmanın oranı da artıyor. Tarımsal üretim endüstrileştikç e, kimyasal kullanımı artıyor. Genetiği değiştirilmiş tohum kullanıldıkça önce toprak yoksullaşıyor, ardından da çiftçiler. Çiftçiler ya canlarına kıymak zorunda bırakılıyor, ya da kendi toprakları üzerinde köle durumuna düşürülüyor.
6- Genetiği değiştirilmiş tohum üretimi toprağa zarar verir mi?
Toprak üretimin beşiğidir. Tohum iyi bir toprak ile buluştuğunda sağlıklı gelişebilir. Ancak tohumumuzu saçacağımız toprak özelliğini kaybetmişse normal tarımsal yöntemlerle ürün yetiştiremeyiz.
Bilindiği gibi bir hektar toprağın içerisinde 2 tondan fazla canlı yaşamaktadır. Bu canlıların sürdürdüğü yaşam ve faaliyet topraktaki ham gıdaları parçalar, bitkilerin alabileceği besin şekline dönüştürür. Toprağı dönüştüren canlılar, fareler, solucanlar, böcekler ve diğer canlılar ile faydalı mikroorganizmalardı r. Bu canlıların dönüştürdüğü besinleri alabilen bitkiler gelişir ve bize ürün verirler. Biz de bu ürünleri satarak geçimimizi, tüketerek de yaşamımızı sürdürürüz.
Ancak bitkiye verdiğimiz ilaç, toprağa saçtığımız sentetik gübre, toprakta dönüştürücü görev gören bu canlıları zehirler ve öldürür. Bitkiler için gıda hazırlama faaliyeti toprakta yavaşlar ve toprak bitki besini açısından yoksullaşır. Bitkiyi besleyemez olur.
Kimyasal girdilerin yanında genetiği değiştirilmiş tohumların da toprağın yapısını bozduğu belirlenmiştir. Şöyle ki;
Bacillusthurigiensi sin (Bt)toksinleri genetiği değiştirilmiş ürünlerin örneğin mısırın içinde % 25 oranında bulunmaktadır. Bunlar toprağı zehirler. Bitki artıklarını parçalamaya kalkan toprak canlıları (mikro organizmalar dahil) bu bitkileri ısırınca zehirden etkilenir. Bu yolla toprak içinde yaşayan canlılar da zarar görür. Topraktaki canlıların zarar görmesiyle verimlilik düşer.
Bu nedenle, dikkat! GDO’lu tohumlar topraklarımız ve dünyamıza bırakılmış birer saatli bombadır!
7- Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar Biyolojik çeşitliliğe Zarar Verir mi?
Bizler, arı olmazsa ağaçlarımızın ve sebzelerimizin meyveye yatmayacağını, solucanlar olmazsa toprağın bitkilerimizin büyüyüp serpilmesi ve ürün vermesi için gerekli besini sağlayamayacağı nı, fareler olmazsa toprağın havalanamayacağı nı, yılan olmazsa her tarafı farelerin basacağını, leylekler olmazsa yılanların ve buğdaya zararlı haşerelerin daha da çoğalacağını v.s. bilir ve bu sonsuz zincirin tüm halkalarını sayabiliriz. Kısacası doğadaki her canlının yaşamı bir başka canlının yaşamı için, hepsinin varlığının da doğanın varlığının sürmesi için gerekli olduğuna inanırız. İşte biz çiftçiler yaşamı öyle anlarız. Ama bizim yaşam dediğimiz şeyi şirketler yaşam olarak görmüyor. “Bu çeşitlerin patentini alayım, ele geçireyim benim şirketimin malı olsun. Yalnız benim şirketimin sermayesi olsun, ondan yalnız ben kazanç elde edeyim” istiyor.
7.1. Genetiği değiştirilmiş tohumlar tarlada durduğu gibi durmuyor!
Bitkilerin üremesini sağlayan polenler sınır tanımaz. Polenler tarladaki bitkinin üzerinde durduğu gibi durmaz. Bütün bitkilere ulaşır, soyunu sürdürmek için genetiği değiştirilmiş tohumlarla yetişen bitkilerin polenleri de rüzgâr, arı veya diğer böcekler yoluyla başka bitkilere bulaşır. Normal organik yetiştirilen bitkiler ile kimyasallarla üretilen bitkilerin yanında yabani akrabalarına da bulaşır. Onu çeşit olarak ortadan kaldırır. Kendisine benzetir. Geçtiğimiz yıllara kadar kültür bitkilerinden yabani akrabalarına gen kaçışının mümkün olmadığını söyleyenler, 2007’de İngiltere’de genetiği değiştirilmiş kolzadan yabani akrabası olan Yabani Hardal’a gen geçişinin ispatlanması karşısında şaşırıp kaldılar. Görüldüğü gibi genetiği değiştirilmiş tohumlarla üretim sonucunda yerli gen kaynakları zaman içinde azalır. Sadece şirketlerin patent yoluyla ele geçirdikleri çeşitlere muhtaç kalabiliriz. Şirketler bu yolla çiftçiler ile birlikte hem tüketicileri sömürür hem de biz çiftçileri kendilerine bağımlı kılıp köleleştirirler!
7.2. Genetiği değiştirilmiş tohumlara konulan ilaçlar yararlı canlıları da yok ediyor!
Genetiği değiştirilmiş tohum ile yapılan üretimin sonucunda azalan sadece bitki türü olmaz. Tohumun içine konulan ilaç kurtçukları, böcekleri ve kuşları da öldürür. Mısırdaki Bt genleri sadece kurtçukları öldürmez, koçan kurtlarının yanı sıra başka yararlı böcekleri de öldürür. Zarar gören kuşlar ve böceklerin doğada yerine getirmesi gereken görevleri de aksamış olur. Böylece bütün canlıların yaşadığı doğa zarar görür.
7.3. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim biyolojik çeşitliliği azaltıyor!
Biyolojik çeşitlilik tarımsal verimin yüksek olmasında etkili ve bir yere bağımlı olmadan üretimini devam ettirebilmesi için gereklidir. Türkiye biyolojik çeşitlilik konusunda zengin bir ülkedir. Biyolojik çeşitlilik açısından Avrupa’daki tüm ülkelerin biyolojik çeşitliliğinin üçte ikisinden daha fazla türe tek başımıza sahibiz. Türkiye’nin endemik tür (yalnız Türkiye’de yetişebilen tür) çeşitliliği 3000’in (3 bin) üzerinde. Ancak genetiği değiştirilmiş tohumlarla üretim biyolojik çeşitliliği hem azaltır hem de üretimin devamlılığını genetiği değiştirilmiş tohum şirketlerine bağımlı kılar.
7.4. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim daha fazla ilaç, gübre ve petrol gerektiriyor!
Geniş alanlarda az çeşitle yapılan üretim daha fazla makine, dolayısıyla daha fazla petrol, daha fazla ilaç ve kimyasal gübre kullanmayı gerektirir. Bu da ülkeyi baştan başa yeşil çöl haline getirmekten başka bir işe yaramaz. Bu arada mono (tek çeşit ürün) ekiminin yaygınlaşması geleneksel ürün çeşitlerinin ortadan kalkmasına, yok olmasına neden olur.
7.5. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim tarımda istihdamı azaltıyor!
Şirketler kendi kârları için biyolojik çeşitliliği yok edecek olan mono kültüre (tek ürün ekimine) dayalı üretime zorluyorlar. Mono kültür üretimde fazla işgücü kullanılmadığı için çiftçiler toprağından işinden olur, işçileşir. Bütün bu topraksızlaşan ve işsiz kır işçilerine dönüşen çiftçiler ne olacak? Bu üretimin ve çiftçiliğin devamlılığı açısından önemli bir risk değil midir?
Bu faktörler gözetilmezse, genetiği değiştirilmiş organizmalar orta dönemde tarımsal ve toplumsal bir cinayete dönüşecektir. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim tarzında çiftçiler toprağa bağımlı köle olacaktır. Tüketiciler seçeneksiz, önlerine konulan sağlıksız gıdaları tüketmeye mahkûm edilecektir. Doğa ise onarılamaz yaralar alacaktır.
Bu nedenle bir kez daha diyoruz: Dikkat! GDO’lu tohumlar topraklarımız ve dünyamıza bırakılmış birer saatli bombadır!
8- Gen Mühendisliği Hayvan Yetiştiriciliğ inde Sağlıklı ve Başarılı Olmuş mudur?
Sadece bitkisel üretimde değil hayvan yetiştiriciliğ inde kullanılan ve genetik yöntemlerle elde edilen hormonlar felaketlere neden oluyor.
Şöyle ki:
Gen mühendisliği yöntemleriyle üretilen BST veya bovin büyüme hormonu (BGH) hayvan yetiştiriciliğ inde tüketiliyor.
Kısa sürede bol paraya kavuşmayı arzulayan besiciler, hayvanlara aşırı kilo aldıran, yasa dışı ilaçlara yönelir. Hormon vazifesi gören Ralgro ve Synovex isimli ilaçlar, kiloyu yüzde 15-20 arası arttırıyor. Ancak hormonlu eti yiyen kişilerin hormonal yapısı bozuluyor. Hormonlu et kısırlık, cinsel güç kaybı ve kalp hastalıklarına sebep oluyor. Prof. Dr. İrfan Erol, ilaçların hayvanın etinde bırakacağı kalıntı ile insanlara geçebileceğine dikkat çekiyor. Erol; “hormon çocukların erken buluğ çağına ulaşması, dişilik hormonu alan erkek çocuklarda göğüslerin büyümesi gibi etkiler gösteriyor. Erkek ve kadınlarda karşı cinse benzer fizyolojik değişiklikler görülebiliyor” diyor.19 Ayrıca bu yolla prostat ve meme kanserine davetiye çıkarmış oluyoruz. Adı geçen ilaçlar bu nedenle 17 yıl önce Avrupa’da yasaklanmıştır. Dişilik hormonu östrojen içeren Ralgro ve Synovex, ithalatı, imalatı ve kullanılması 1992 yılında yasaklanmasına karşın çok kolay bulunabiliyor.
9-Gıda kriziyle genetik tohum üreticilerinin ilişkisi var mıdır?
Tarımsal ürünler artık gıda şirketleri tarafından dünya borsalarında alınıp satılıyor. Gelecek üç yılın temel besin maddelerinin gıda şirketleritarafı ndan dünya borsalarındaki işlemlerle satın alındığı söyleniyor. Tohuma sahip olup üretime yön veren aynı şirketler borsa yoluyla besin maddelerinin de sahibi olmuş oluyor.
Borsada tarımsal ürünleri ucuza alan bu şirketler satışta pahalı satıyorlar. Yoksullar bu yüksek fiyatlı gıdaları alamıyor. Dünyada herkese yetecek ve artacak kadar gıda varken insanlar açlıktan yaşamlarını kaybedebiliyor. Sonra da “dünyada gıda krizi var” deniliyor.
Gıda krizinin bir başka etkeninin agro-yakıt (bitkisel yakıt) olduğu belirtiliyor. Enerjiyi kontrol altına almak isteyen şirketler tarımı enerji kaynağı olarak görüyor, o amaç doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. Başka bir deyişle şirketler, tarımı “gaz istasyonu” haline getirmek istiyor. Geniş alanlarda enerji elde etmeye yönelik yapılan üretimde genetiği değiştirilmiş tohumların kullanıldığı biliniyor. Bu yanıyla da genetiği değiştirilmiş tohumların gıda kıtlığının nedeni olduğu, gıda fiyatlarının artmasında etkili olduğu ortadadır.
10- Genetiği Değiştirilmiş Ürünler Sağlıklı mıdır?
Genetiği değiştirilmiş soyanın insanlarda alerji oluşturduğu kesinleşmiştir. Genetiği değiştirilmiş patatesleri yiyen farelerin bağışıklık sisteminin ciddi biçimde bozulduğu da tespit edilmiştir. Bitkilere aktarılan genlerin çoğunluğu bakteri ve virüs kökenlidir. Gen aktarımı sırasında genetiği değiştirilmiş bitkilerin seçilebilmesi için antibiyotik dayanım izleme genleri kullanılmaktadı r. Antibiyotik dayanım izleme genleri insan ve hayvan bünyesindeki bakterilere yatay olarak geçer. Bu da insan ve hayvan bünyesindeki genleri antibiyotiğe dayanıklı hale dönüştürür. Bu dönüşüm sağlık açısından büyük risk oluşturur ve bağışıklık sistemini çökertir. Kısacası, GDO’lu ürünlerden işlenmiş gıda ürünlerinin sofralarımıza ulaşması, halkımızı daha da ağırlaşan alerjik reaksiyon, antibiyotik dayanıklılık, toksik etki, artan doğum anormalleri ve kısırlık gibi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya bırakacaktır.
Kanıtlar:
İskoçya Rowett Enstitüsü’nden Dr. Arpad Pusztai’ın genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma ve mide çeperlerinde kalınlaşma görüldü.
Rus Bilim İnsanı İrina Ermakova’nın genetiği değiştirilmiş soyayla beslediği farelerin yavrularının % 55,6’sı doğumdan üç hafta sonra öldü. Normal soyayla beslediği yavruların ise sadece % 6,8’i öldü. Genetiği değiştirilmiş soyayla beslediği fare yavrularının % 36’sının normal doğum ağırlığının altında doğduğu belirlendi. Bu deneme üç kez tekrarlanıp aynı sonuçlara ulaşılınca, Ekim 2005’te bilimsel bir panelde kamuoyu ile paylaşıldı.
Avusturya Tarım ve Sağlık Bakanlığı’nın finansmanıyla Viyana Üniversitesi’nce
2008 yılında yapılan bir çalışmada, genetiği değiştirilmiş gıdalarla beslenen farelerin 3-4 nesil sonra üreme yeteneklerini kaybettikleri belirlendi.
Caen Üniversitesi’ndeki CRIIGEN’den Prof. Seralini’nin Grubu: Rounduop herbisid seksüel hormonları bozuyor.
Caen Universitesi’deki CRIIGEN’den Prof. Seralini’nin grubu, Dijon Universitesi’nden Prof. Chagnon’un grubuyla beraber, yeni doğan bebeklerin göbek bağı hücrelerinde çok az derecede Roundup toksini olduğunu gösterdikten sonra yeni bulgularını açıkladı.
Örneğin Birleşik Devletlerde GDOlu gıdalarda izin verilen Roundup kalıntısından (çok az) 800 kez az olan herbisid erkekleşme hormonu androjenin hareketini engelliyor.
KAYNAKLAR:
1 Doktor Stephane McLachlan ve Rene Van Aker, doktor Lan Mauro; Çevre Bilimleri ve Kirlenmesi Araştırma Dergisi
2 Douthwaite, B. (2002) Enabiling ınnovation-a Practical Guide to Understanding and Fostering Technological Change, Zeed Boks, London. Aktaran: Tayfun Özkaya; “Türkiye Tohumculuğu ve İşletmelerinin Tasfiyesi” s. 255. Mülkiye Dergisi, Bahar 2009/262
3 Kaynak: ABD Tarım Bakanlığı Raporları-2006 Aktaran: Ahmet Atalık
4 Veriler; Friends of the Earth Europe (FOEE), Who Benefits from GM Crops, issue 1 16, February 2009’dan derlenmiştir.
5 Veriler: Ahmet Atalık; “Sofralarımızdaki Tehlikeye Dikkat! ‘GDO’lar’, makalesinden derlenmiştir.
6 Kaynak: USDA Foreign Agricultural Services
www.gmo-compass. org
7 http://www.non- gm-farmers. com Kasım 2004
8 Veriler: Ahmet Atalık; “Sofralarımızdaki Tehlikeye Dikkat! ‘GDO’lar”, makalesinden derlenmiştir.
9 F.William Engdahl; “Ölüm Tohumları”, s. 195
10 F.Wıllıam Engdahl; “Ölüm Tohumları”, s. 192
11 Bilgiler: “Gıda soykırımdır”, http://www.gidahare keti.org/ Gdo-
Soykirimdir- -64-haberi. aspx derlenmiştir.
12 Bu bilgi, F. William Engdahl; “Ölüm Tohumları”, s. 246’dan alınmıştır.
13 Yapılan denemeler genetiği değiştirilmiş mısırın polenlerini rüzgârın 35 km mesafeye kadar taşıdığı belirlenmiştir. Arıların ise bir seferde 5 km uzağagidebildiğ i bilinmektedir.
14 Arca Atay; “GDO’ların Tarımsal Etkileri” Genetik Yıkıma Karşı Ekolojik Devrim, Ekoloji Kolektifi Broşürü, 2009
15 Prof. Dr. İrfan Erol; Veteriner Fakültesi Gıda Hijyeni ve Teknolojileri Bölüm Başkanı
16 Kaynak: Ali Rıza Karasu, Murat Yüksel; “Kurbanlık hayvanları hormon ilacıyla besliyorlar” Zaman Gazetesi, 17 Kasım 2007 20 Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği ekipleri Ankara’da bir çiftlikte büyükbaş hayvanlara Ralgro ve Synovex adlı ilaçları suçüstü yakalandı. Yapılan aramalarda 750 doz Synovex ve Ralgro marka ilaçlar ve bu ilaçların enjeksiyonunda kullanılan 6 adet aparat ele geçirildi. Zanlılar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Zaman Gazetesi-13 Kasım 2007
17 Kaynak: Press Release CRIIGEN - July 2nd 2009*
04/11/2009 12:05
Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren gıda ve yem amaçlı genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar (GDO) ve ürünlerinin ithalatı, işlenmesi, ihracatı, kontrol ve denetimine ilişkin yönetmelik ülkemizde büyük bir tartışma yarattı. GDO'lu ürünlerin insan sağlığına etkisi ne olacak? Sorusu tartışmalarda öne çıkarken konunun henüz gündeme gelmeyen ekonomik-ticari pek çok yönü de olduğu yavaş yavaş belirginleşiyor. Önümüzdeki günlerde konuyla ilgili yasa tasarısının da Meclis'e getirileceğini göz önüne alarak, uzun süredir konuyu kamuoyunun gündeme getirmek için çaba harcayan Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu'nun hazırladığı broşürden bir bölümü yayımlıyoruz
10 SORUDA GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR
1 - Çiftçilerin hasattan tohumunu ayırma hakkı ihlal ediliyor mu?
Bilindiği gibi biz köylüler geleneksel (bilge) köylü tarımcılığında yeniden ekilmek üzere ürettiğimiz ürünümüzden tohumluğumuzu ayırabiliyor ve saklayabiliyorduk. Bu amaçla Tarım Bakanlığı tarafından köylerde kurulmuş olan selektör dairelerinde, ürünümüzden ayırdığımız tohumlukları yabani tohumlardan ayırıyor, yeterli irilikte ve olgunlukta olanları seçiyor, kullanıyorduk. Üretimimizi bu şekilde ayırdığımız tohumluğumuzla özgür bir biçimde sürdürüyorduk. Tarımı ve çiftçiyi var eden, tarımsal üretimin günümüze kadar sürmesini sağlayan bu bitki üretme hakkımız ilkönce selektör dairelerinin kapatılması, daha sonra da dışarıdan tohum alımının serbest bırakılmasıyla budanmaya başlandı.
Ardından milyarlarca çiftçiye ait olan bitki üretme hakkı şimdilerde sayıları 10’u bulmayan tohum şirketlerine tohumları patentleme izni verilerek elimizden alınıyor. Biz çiftçilerin ürettiğimiz ürünümüzden tohumluğumuzu ayırma hakkımız elimizden alınıyor.
Aslında genetiği değiştirilmiş tohumlarla üretim yapan ülkelerin çiftçileri genetiği ile oynanmamış tohumlarla üretim yapmak istiyor. Kanada’da genetiği değiştirilmiş tohumla üretim yapan 1.566 çiftçi arasında yapılan bir araştırma bu durumu kanıtlıyor. Araştırmada 1.566 çiftçinin % 83’ü genetiği ile oynanmış tohum kullanmaya karşı olduğunu ve üretimde kullanmak istemediğini belirtmiştir. Kanadalı çiftçiler genetiği değiştirilmiş tohumla üretime karşı olma gerekçelerini;
a. Kazançlarının düştüğü,
b. Gıda arzının şirketlere geçtiği,
c. Doğal bitkilerin ve ürünlerin risk altına girdiği,
d. Piyasa kaybına uğradıkları şeklinde belirtmişlerdir.
Kanada örneğinde olduğu gibi biz Türkiyeli çiftçilere zarar ettirecek, sadece şirketlere bizim sırtımızdan kazandıracak genetiği değiştirilmiş tohumla üretim yapmak istemiyoruz.
2- Canlıya Sahip Olmak Mümkün müdür, Bu Mümkün Olmalı mıdır? İnsanoğlunun tarıma başladığı ilk yıllarda buğday yabancı bir ottu. Olgunlaştığı zaman başakları çatlar, tohumları da toprağa saçılırdı. Buğdayın doğadaki devamlılığını sağlayan buydu. Ancak bu durum tohumun toplanarak üretim yapılmasına olanak vermiyordu. Kadın çiftçiler önce bu başaklar arasında tohumlarını saçmayanları seçmek suretiyle üretime başladılar. Yani doğada, tohumluğunu ekme, seçtiği tohumu tarlaya saçma yöntemiyle ıslah çalışmaları yapmaya başladılar ve böyle yapageldiler. Ekseriyetle kadınlar bu, ıslah ve geliştirme çalışmalarını laboratuarlarda değil, doğanın bağrında uygulamalı olarak yaptılar. Bu süreç ve üretim tarzı on binlerce yıldır sürmektedir. Buğday, arpa, çeltik ve daha birçok bitki kadın çiftçilerin binlerce yıldır sürdürdüğü ıslah çalışmaları ve bilgeliğiyle bugüne kadar geldi. Bu, ürün çeşitliliğini hem artırdı hem de devamlılığımı sağladı.
Bu gerçeklere rağmen şirketler bugün kendilerini yeniliklerin ve fikri mülkiyetin tek kaynağı olarak görmekte ve anlatmakta sakınca görmüyorlar.
Şirketler, aslında bir bitkiyi doğal yaşam alanı olan ortamdan alarak bitkinin genleriyle laboratuar ortamlarında oynuyorlar. Sonra da genini değiştirdikleri bitki için patent alıyorlar. Patentini aldığı “bitkinin sahibi benim” diyerek o canlının sahibi oluyorlar. Yani bir tür gen korsanlığı, “hırsızlığı” yapıyorlar. Oysa genleri ile oynadıkları bu canlı(lar) yüzyıllardır zaten doğada yaşaya gelmektedir.
Ayrıca eğer şirketler istemezlerse bu bitkilerin ürününden insanlar ve hayvanlar da yararlanamayacak. Neden? Şirketlere patent yoluyla canlıya sahip olma hakkı tanındığı için!
3- Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar İlaç Kullanımını Azaltır, İlaç Fiyatını Düşürür mü? Şirketler ürettikleri kimyasallarla topraklarımızı ve sularımızı önce kirlettiler. Şimdi de “doğa kirlendi, toprak, su, insanlar ve diğer tüm canlılar tehlike altındadır” diyor, genetiği değiştirilmiş tohum kullanmamız gerektiğini empoze ediyorlar. Böylece daha az ilaç kullanmış olacağımızı, felaketlerin de önünü alacağımızı propaganda ediyorlar.
Ancak gerçekler tohum ilaç ve gıda şirketlerinin söylediği gibi değildir.
Kanıtlar:
a) Ekilebilir tarım arazilerinin %74’ünde soya, mısır ve pamuk yetiştiren Arjantin’de, 1996 yılında 13,9 milyon litre glyphosate kullanılmış. 2008 yılına gelindiğinde Arjantin’de ilaç kullanım miktarı 200 milyon litreye ulaşmış. 1996 yılından 2008’e GDO’lu soya ekim alanı 5 kat, yabancı ot ilacı gloyphosate kullanımı 14 kat artmıştır.
Bu nedenle genetiği değiştirilmiş tohumla ürün yetiştirilmesi, kullanımı ve satışının ülkemiz genelinde yasak olarak kalması önemlidir.
b) Peki, genetiği değiştirilmiş tohumlar ve kullanılan ilaçlar ucuz mudur, bir de buna bakalım isterseniz.
Şirketler bir kez genetiği değiştirilmiş tohumla üretimi yaygınlaştırdıktan sonra çiftçiler, tohum şirketinin tohumuna, üretim modeline ve fiyat belirlemesine teslim olur. Her yıl tohumu daha yüksek fiyatla almak zorunda kalır. Yani elini bir kez veren çiftçi bir daha kolunu tohum şirketlerinden kurtaramaz.
Örnekler:
• ABD’deki genetiği değiştirilmiş tohumların başını çeken soya tohumunun ortalama fiyatı 2006-2008 yılları arası iki yıllık süreçte % 50’den daha fazla arttı.
• Roundup herbisitin perakende fiyatı Aralık 2006’dan Haziran 2008’e iki yıldan daha az bir sürede % 134 artış gösterdi.
Biz çiftçiler biliyoruz ki, doğal denge korunabildiği oranda daha az, doğanın bozulduğu oranda daha fazla girdi (ilaç, gübre v.s.) kullanmak zorunda kalırız.
Demek ki, genetiği değiştirilmiş tohumlarla üretim yapıldığında hem ilaç kullanımı hem de ilaç fiyatı sürekli artıyor. Yani ilaç ve ecza şirketleri zenginleşiyor, çiftçiler yoksullaşıyor!
4- GDO Verimliliği Arttır mı?
Şirketler, genetiği değiştirilmiş ürünler “açlığa çare, çiftçiye bol kazanç getirir” diyorlar. Bu kocaman bir kuyruklu yalandır!
Kanıtlar:
4.1 ABD üniversiteleri tarafından yapılan testlerde genetiği değiştirilmiş soyanın diğer soyalara göre % 5,3 daha az verimli olduğu tespit edilmiştir. Nebraska Üniversitesi agroministlerinin (bitki bilimcilerinin) 2001 yılında yaptıkları çalışmalarda da veriler aynı sonuç elde edilmiştir. Kansas Devlet Üniversitesi’nin yaptığı çalışmalarda ise genetiği değiştirilmiş soyanın verimliliğinin % 9 oranında daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır.
4.2 ABD’de pamuk ekim alanlarının % 86’sında genetiği değiştirilmiş pamuk ekimi yapılmaktadır. ABD’de genetiği değiştirilmiş tohumla üretilen pamuğun verimi ise 933 kg/ha civarındadır. Çin’de pamuk ekim alanlarının % 68’i, Hindistan’da % 76’sı, Arjantin’de % 95’i genetiği değiştirilmiş tohumlarla yapılmaktadır. Çin’de verim 1.313 kg/ha., Hindistan’da 553 kg/ ha, Arjantin’de 483 kg/ha’dır.
Türkiye’de ise genetiği değiştirilmemiş tohumlarla yapılan pamuk üretimindeki verimlilik hektara 1.334 kg/ha’dır. Dünya pamuk verim ortalaması ise 775kg/ha’dır.
4.3 Genetiği değiştirilmiş Roundup Ready’li kanola mahsulünde % 40 oranında artış iddialarına karşı Avustralya, “yapılan denemeler bizim ulusal ortalamamızın % 17 altında olmuştur” diye açıklamalarda bulunmuştur.
Bu sonuçlardan da anlaşılacağı gibi genetiği değiştirilmiş tohumlarla yapılacak üretim, verimliliği arttırmayacağı ve biz çiftçilere kazandırmayacağı gibi açlığa da çare olmayacaktır.
5- Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar Yoksulluğa Çare midir?
Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar üreten şirketlerin bir başka propagandası “genetiği değiştirilmiş tohumlar yoksulluğa çaredir” söylemidir. Bu da doğru değildir!
Kanıtlar:
Paraguay, genetiği değiştirilmiş soya ekim
alanı bakımından dünyada yedinci sıradadır.
Fakat Paraguay köylülerinin % 40’ı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
Güney Afrika’da 2000 yılından bu yana
genetiği değiştirilmiş pamuk eken çiftçi sayısında 4 kata yakın bir azalma görülmüştür.
Arjantin’in bitkisel üretiminin%75’igenetiği
değiştirilmiş tohumlarla gerçekleşmektedir.
Arjantin, 1970’lerde Latin Amerika’nın refah
düzeyi en yüksek, fakirlik oranı % 5 olan
bir ülkesiydi. Genetik tohumla üretimi
artan Arjantin 2002’lere geldiğinde fakirlik oranı % 51 ‘e yükselmiştir. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim öncesinde Arjantinli çiftçiler ve tüketiciler
zor zamanlarda kendi yiyeceklerini kendileri ekerek/üreterek karınlarını doyurabilmişti.
Ancak genetiği değiştirilmiş tohumla üretimin yaygınlaşmasından sonra kendilerine ait yerel tohumları, yerel tohumla üretim yapma bilgilerini ve araçlarını yitirdiklerinden dolayı bu mümkün olmamıştır.
Hint tarımına genetiği değiştirilmiş tohum şirketleri egemen olmaya başladığından bu yana artık çiftçilerin hangi ürünleri yetiştireceğine şirketler karar veriyorlar. Şirketlerin burada uyguladığı sömürü sistemi dayanılmaz bir hal almış durumda. Hindistan’da genetiği değiştirilmiş tohumlarla pamuk yetiştiren çiftçilerden ipoteğini ödeyemeyen çiftçiler canlarına kıymaya başladılar. Hindistan’da 1997-2007 arasında intihar eden çiftçilerin sayısı İçişleri Bakanlığı verilerine göre 182 bin 936. 2008 rakamlarının 16 bine yaklaştığı belirtiliyor. Sadece 2009’da hayatına son veren çiftçi sayısı 2000’i geçmiş.
Büyük tarım ve ilaç tekelleri ürün ve pazar denetimini ele geçirdiği oranda yoksullaşmanın oranı da artıyor. Tarımsal üretim endüstrileştikç e, kimyasal kullanımı artıyor. Genetiği değiştirilmiş tohum kullanıldıkça önce toprak yoksullaşıyor, ardından da çiftçiler. Çiftçiler ya canlarına kıymak zorunda bırakılıyor, ya da kendi toprakları üzerinde köle durumuna düşürülüyor.
6- Genetiği değiştirilmiş tohum üretimi toprağa zarar verir mi?
Toprak üretimin beşiğidir. Tohum iyi bir toprak ile buluştuğunda sağlıklı gelişebilir. Ancak tohumumuzu saçacağımız toprak özelliğini kaybetmişse normal tarımsal yöntemlerle ürün yetiştiremeyiz.
Bilindiği gibi bir hektar toprağın içerisinde 2 tondan fazla canlı yaşamaktadır. Bu canlıların sürdürdüğü yaşam ve faaliyet topraktaki ham gıdaları parçalar, bitkilerin alabileceği besin şekline dönüştürür. Toprağı dönüştüren canlılar, fareler, solucanlar, böcekler ve diğer canlılar ile faydalı mikroorganizmalardı r. Bu canlıların dönüştürdüğü besinleri alabilen bitkiler gelişir ve bize ürün verirler. Biz de bu ürünleri satarak geçimimizi, tüketerek de yaşamımızı sürdürürüz.
Ancak bitkiye verdiğimiz ilaç, toprağa saçtığımız sentetik gübre, toprakta dönüştürücü görev gören bu canlıları zehirler ve öldürür. Bitkiler için gıda hazırlama faaliyeti toprakta yavaşlar ve toprak bitki besini açısından yoksullaşır. Bitkiyi besleyemez olur.
Kimyasal girdilerin yanında genetiği değiştirilmiş tohumların da toprağın yapısını bozduğu belirlenmiştir. Şöyle ki;
Bacillusthurigiensi sin (Bt)toksinleri genetiği değiştirilmiş ürünlerin örneğin mısırın içinde % 25 oranında bulunmaktadır. Bunlar toprağı zehirler. Bitki artıklarını parçalamaya kalkan toprak canlıları (mikro organizmalar dahil) bu bitkileri ısırınca zehirden etkilenir. Bu yolla toprak içinde yaşayan canlılar da zarar görür. Topraktaki canlıların zarar görmesiyle verimlilik düşer.
Bu nedenle, dikkat! GDO’lu tohumlar topraklarımız ve dünyamıza bırakılmış birer saatli bombadır!
7- Genetiği Değiştirilmiş Tohumlar Biyolojik çeşitliliğe Zarar Verir mi?
Bizler, arı olmazsa ağaçlarımızın ve sebzelerimizin meyveye yatmayacağını, solucanlar olmazsa toprağın bitkilerimizin büyüyüp serpilmesi ve ürün vermesi için gerekli besini sağlayamayacağı nı, fareler olmazsa toprağın havalanamayacağı nı, yılan olmazsa her tarafı farelerin basacağını, leylekler olmazsa yılanların ve buğdaya zararlı haşerelerin daha da çoğalacağını v.s. bilir ve bu sonsuz zincirin tüm halkalarını sayabiliriz. Kısacası doğadaki her canlının yaşamı bir başka canlının yaşamı için, hepsinin varlığının da doğanın varlığının sürmesi için gerekli olduğuna inanırız. İşte biz çiftçiler yaşamı öyle anlarız. Ama bizim yaşam dediğimiz şeyi şirketler yaşam olarak görmüyor. “Bu çeşitlerin patentini alayım, ele geçireyim benim şirketimin malı olsun. Yalnız benim şirketimin sermayesi olsun, ondan yalnız ben kazanç elde edeyim” istiyor.
7.1. Genetiği değiştirilmiş tohumlar tarlada durduğu gibi durmuyor!
Bitkilerin üremesini sağlayan polenler sınır tanımaz. Polenler tarladaki bitkinin üzerinde durduğu gibi durmaz. Bütün bitkilere ulaşır, soyunu sürdürmek için genetiği değiştirilmiş tohumlarla yetişen bitkilerin polenleri de rüzgâr, arı veya diğer böcekler yoluyla başka bitkilere bulaşır. Normal organik yetiştirilen bitkiler ile kimyasallarla üretilen bitkilerin yanında yabani akrabalarına da bulaşır. Onu çeşit olarak ortadan kaldırır. Kendisine benzetir. Geçtiğimiz yıllara kadar kültür bitkilerinden yabani akrabalarına gen kaçışının mümkün olmadığını söyleyenler, 2007’de İngiltere’de genetiği değiştirilmiş kolzadan yabani akrabası olan Yabani Hardal’a gen geçişinin ispatlanması karşısında şaşırıp kaldılar. Görüldüğü gibi genetiği değiştirilmiş tohumlarla üretim sonucunda yerli gen kaynakları zaman içinde azalır. Sadece şirketlerin patent yoluyla ele geçirdikleri çeşitlere muhtaç kalabiliriz. Şirketler bu yolla çiftçiler ile birlikte hem tüketicileri sömürür hem de biz çiftçileri kendilerine bağımlı kılıp köleleştirirler!
7.2. Genetiği değiştirilmiş tohumlara konulan ilaçlar yararlı canlıları da yok ediyor!
Genetiği değiştirilmiş tohum ile yapılan üretimin sonucunda azalan sadece bitki türü olmaz. Tohumun içine konulan ilaç kurtçukları, böcekleri ve kuşları da öldürür. Mısırdaki Bt genleri sadece kurtçukları öldürmez, koçan kurtlarının yanı sıra başka yararlı böcekleri de öldürür. Zarar gören kuşlar ve böceklerin doğada yerine getirmesi gereken görevleri de aksamış olur. Böylece bütün canlıların yaşadığı doğa zarar görür.
7.3. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim biyolojik çeşitliliği azaltıyor!
Biyolojik çeşitlilik tarımsal verimin yüksek olmasında etkili ve bir yere bağımlı olmadan üretimini devam ettirebilmesi için gereklidir. Türkiye biyolojik çeşitlilik konusunda zengin bir ülkedir. Biyolojik çeşitlilik açısından Avrupa’daki tüm ülkelerin biyolojik çeşitliliğinin üçte ikisinden daha fazla türe tek başımıza sahibiz. Türkiye’nin endemik tür (yalnız Türkiye’de yetişebilen tür) çeşitliliği 3000’in (3 bin) üzerinde. Ancak genetiği değiştirilmiş tohumlarla üretim biyolojik çeşitliliği hem azaltır hem de üretimin devamlılığını genetiği değiştirilmiş tohum şirketlerine bağımlı kılar.
7.4. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim daha fazla ilaç, gübre ve petrol gerektiriyor!
Geniş alanlarda az çeşitle yapılan üretim daha fazla makine, dolayısıyla daha fazla petrol, daha fazla ilaç ve kimyasal gübre kullanmayı gerektirir. Bu da ülkeyi baştan başa yeşil çöl haline getirmekten başka bir işe yaramaz. Bu arada mono (tek çeşit ürün) ekiminin yaygınlaşması geleneksel ürün çeşitlerinin ortadan kalkmasına, yok olmasına neden olur.
7.5. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim tarımda istihdamı azaltıyor!
Şirketler kendi kârları için biyolojik çeşitliliği yok edecek olan mono kültüre (tek ürün ekimine) dayalı üretime zorluyorlar. Mono kültür üretimde fazla işgücü kullanılmadığı için çiftçiler toprağından işinden olur, işçileşir. Bütün bu topraksızlaşan ve işsiz kır işçilerine dönüşen çiftçiler ne olacak? Bu üretimin ve çiftçiliğin devamlılığı açısından önemli bir risk değil midir?
Bu faktörler gözetilmezse, genetiği değiştirilmiş organizmalar orta dönemde tarımsal ve toplumsal bir cinayete dönüşecektir. Genetiği değiştirilmiş tohumla üretim tarzında çiftçiler toprağa bağımlı köle olacaktır. Tüketiciler seçeneksiz, önlerine konulan sağlıksız gıdaları tüketmeye mahkûm edilecektir. Doğa ise onarılamaz yaralar alacaktır.
Bu nedenle bir kez daha diyoruz: Dikkat! GDO’lu tohumlar topraklarımız ve dünyamıza bırakılmış birer saatli bombadır!
8- Gen Mühendisliği Hayvan Yetiştiriciliğ inde Sağlıklı ve Başarılı Olmuş mudur?
Sadece bitkisel üretimde değil hayvan yetiştiriciliğ inde kullanılan ve genetik yöntemlerle elde edilen hormonlar felaketlere neden oluyor.
Şöyle ki:
Gen mühendisliği yöntemleriyle üretilen BST veya bovin büyüme hormonu (BGH) hayvan yetiştiriciliğ inde tüketiliyor.
Kısa sürede bol paraya kavuşmayı arzulayan besiciler, hayvanlara aşırı kilo aldıran, yasa dışı ilaçlara yönelir. Hormon vazifesi gören Ralgro ve Synovex isimli ilaçlar, kiloyu yüzde 15-20 arası arttırıyor. Ancak hormonlu eti yiyen kişilerin hormonal yapısı bozuluyor. Hormonlu et kısırlık, cinsel güç kaybı ve kalp hastalıklarına sebep oluyor. Prof. Dr. İrfan Erol, ilaçların hayvanın etinde bırakacağı kalıntı ile insanlara geçebileceğine dikkat çekiyor. Erol; “hormon çocukların erken buluğ çağına ulaşması, dişilik hormonu alan erkek çocuklarda göğüslerin büyümesi gibi etkiler gösteriyor. Erkek ve kadınlarda karşı cinse benzer fizyolojik değişiklikler görülebiliyor” diyor.19 Ayrıca bu yolla prostat ve meme kanserine davetiye çıkarmış oluyoruz. Adı geçen ilaçlar bu nedenle 17 yıl önce Avrupa’da yasaklanmıştır. Dişilik hormonu östrojen içeren Ralgro ve Synovex, ithalatı, imalatı ve kullanılması 1992 yılında yasaklanmasına karşın çok kolay bulunabiliyor.
9-Gıda kriziyle genetik tohum üreticilerinin ilişkisi var mıdır?
Tarımsal ürünler artık gıda şirketleri tarafından dünya borsalarında alınıp satılıyor. Gelecek üç yılın temel besin maddelerinin gıda şirketleritarafı ndan dünya borsalarındaki işlemlerle satın alındığı söyleniyor. Tohuma sahip olup üretime yön veren aynı şirketler borsa yoluyla besin maddelerinin de sahibi olmuş oluyor.
Borsada tarımsal ürünleri ucuza alan bu şirketler satışta pahalı satıyorlar. Yoksullar bu yüksek fiyatlı gıdaları alamıyor. Dünyada herkese yetecek ve artacak kadar gıda varken insanlar açlıktan yaşamlarını kaybedebiliyor. Sonra da “dünyada gıda krizi var” deniliyor.
Gıda krizinin bir başka etkeninin agro-yakıt (bitkisel yakıt) olduğu belirtiliyor. Enerjiyi kontrol altına almak isteyen şirketler tarımı enerji kaynağı olarak görüyor, o amaç doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. Başka bir deyişle şirketler, tarımı “gaz istasyonu” haline getirmek istiyor. Geniş alanlarda enerji elde etmeye yönelik yapılan üretimde genetiği değiştirilmiş tohumların kullanıldığı biliniyor. Bu yanıyla da genetiği değiştirilmiş tohumların gıda kıtlığının nedeni olduğu, gıda fiyatlarının artmasında etkili olduğu ortadadır.
10- Genetiği Değiştirilmiş Ürünler Sağlıklı mıdır?
Genetiği değiştirilmiş soyanın insanlarda alerji oluşturduğu kesinleşmiştir. Genetiği değiştirilmiş patatesleri yiyen farelerin bağışıklık sisteminin ciddi biçimde bozulduğu da tespit edilmiştir. Bitkilere aktarılan genlerin çoğunluğu bakteri ve virüs kökenlidir. Gen aktarımı sırasında genetiği değiştirilmiş bitkilerin seçilebilmesi için antibiyotik dayanım izleme genleri kullanılmaktadı r. Antibiyotik dayanım izleme genleri insan ve hayvan bünyesindeki bakterilere yatay olarak geçer. Bu da insan ve hayvan bünyesindeki genleri antibiyotiğe dayanıklı hale dönüştürür. Bu dönüşüm sağlık açısından büyük risk oluşturur ve bağışıklık sistemini çökertir. Kısacası, GDO’lu ürünlerden işlenmiş gıda ürünlerinin sofralarımıza ulaşması, halkımızı daha da ağırlaşan alerjik reaksiyon, antibiyotik dayanıklılık, toksik etki, artan doğum anormalleri ve kısırlık gibi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya bırakacaktır.
Kanıtlar:
İskoçya Rowett Enstitüsü’nden Dr. Arpad Pusztai’ın genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma ve mide çeperlerinde kalınlaşma görüldü.
Rus Bilim İnsanı İrina Ermakova’nın genetiği değiştirilmiş soyayla beslediği farelerin yavrularının % 55,6’sı doğumdan üç hafta sonra öldü. Normal soyayla beslediği yavruların ise sadece % 6,8’i öldü. Genetiği değiştirilmiş soyayla beslediği fare yavrularının % 36’sının normal doğum ağırlığının altında doğduğu belirlendi. Bu deneme üç kez tekrarlanıp aynı sonuçlara ulaşılınca, Ekim 2005’te bilimsel bir panelde kamuoyu ile paylaşıldı.
Avusturya Tarım ve Sağlık Bakanlığı’nın finansmanıyla Viyana Üniversitesi’nce
2008 yılında yapılan bir çalışmada, genetiği değiştirilmiş gıdalarla beslenen farelerin 3-4 nesil sonra üreme yeteneklerini kaybettikleri belirlendi.
Caen Üniversitesi’ndeki CRIIGEN’den Prof. Seralini’nin Grubu: Rounduop herbisid seksüel hormonları bozuyor.
Caen Universitesi’deki CRIIGEN’den Prof. Seralini’nin grubu, Dijon Universitesi’nden Prof. Chagnon’un grubuyla beraber, yeni doğan bebeklerin göbek bağı hücrelerinde çok az derecede Roundup toksini olduğunu gösterdikten sonra yeni bulgularını açıkladı.
Örneğin Birleşik Devletlerde GDOlu gıdalarda izin verilen Roundup kalıntısından (çok az) 800 kez az olan herbisid erkekleşme hormonu androjenin hareketini engelliyor.
KAYNAKLAR:
1 Doktor Stephane McLachlan ve Rene Van Aker, doktor Lan Mauro; Çevre Bilimleri ve Kirlenmesi Araştırma Dergisi
2 Douthwaite, B. (2002) Enabiling ınnovation-a Practical Guide to Understanding and Fostering Technological Change, Zeed Boks, London. Aktaran: Tayfun Özkaya; “Türkiye Tohumculuğu ve İşletmelerinin Tasfiyesi” s. 255. Mülkiye Dergisi, Bahar 2009/262
3 Kaynak: ABD Tarım Bakanlığı Raporları-2006 Aktaran: Ahmet Atalık
4 Veriler; Friends of the Earth Europe (FOEE), Who Benefits from GM Crops, issue 1 16, February 2009’dan derlenmiştir.
5 Veriler: Ahmet Atalık; “Sofralarımızdaki Tehlikeye Dikkat! ‘GDO’lar’, makalesinden derlenmiştir.
6 Kaynak: USDA Foreign Agricultural Services
www.gmo-compass. org
7 http://www.non- gm-farmers. com Kasım 2004
8 Veriler: Ahmet Atalık; “Sofralarımızdaki Tehlikeye Dikkat! ‘GDO’lar”, makalesinden derlenmiştir.
9 F.William Engdahl; “Ölüm Tohumları”, s. 195
10 F.Wıllıam Engdahl; “Ölüm Tohumları”, s. 192
11 Bilgiler: “Gıda soykırımdır”, http://www.gidahare keti.org/ Gdo-
Soykirimdir- -64-haberi. aspx derlenmiştir.
12 Bu bilgi, F. William Engdahl; “Ölüm Tohumları”, s. 246’dan alınmıştır.
13 Yapılan denemeler genetiği değiştirilmiş mısırın polenlerini rüzgârın 35 km mesafeye kadar taşıdığı belirlenmiştir. Arıların ise bir seferde 5 km uzağagidebildiğ i bilinmektedir.
14 Arca Atay; “GDO’ların Tarımsal Etkileri” Genetik Yıkıma Karşı Ekolojik Devrim, Ekoloji Kolektifi Broşürü, 2009
15 Prof. Dr. İrfan Erol; Veteriner Fakültesi Gıda Hijyeni ve Teknolojileri Bölüm Başkanı
16 Kaynak: Ali Rıza Karasu, Murat Yüksel; “Kurbanlık hayvanları hormon ilacıyla besliyorlar” Zaman Gazetesi, 17 Kasım 2007 20 Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği ekipleri Ankara’da bir çiftlikte büyükbaş hayvanlara Ralgro ve Synovex adlı ilaçları suçüstü yakalandı. Yapılan aramalarda 750 doz Synovex ve Ralgro marka ilaçlar ve bu ilaçların enjeksiyonunda kullanılan 6 adet aparat ele geçirildi. Zanlılar tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Zaman Gazetesi-13 Kasım 2007
17 Kaynak: Press Release CRIIGEN - July 2nd 2009*
Labels:
ciftcilik
YagmaciTarim!
Bu aralar kavramlari cabucak ve guclu bir sekilde aciklayabilmek icin dogru secilen sozcuklerin ne kadar onemli olduguna kafayi taktim. Bazen gercekten de bir kelime paragraflar dolusu aciklamalardan daha vurucu olabiliyor. Bu yuzden cevreme aciklamakta zorlandigim permakultur kelimesi yerine BilgeTasarim kelimesini onerdim permakultur camiasina ama ilk tepkiler cok olumlu degil. Icinde bilge kelimesi gecen Pinar Oncel'in cok begendigim bir yazisina rastladim. Burada da cok kuvvetli bir sozcuk var: Yagmacilik
Endustriyel/konvansiyonel tarimin zararlarini anlatirken oncelikle karsinizdaki insanin kafasinda bu kelimelerin cagristirdigi yanlis kavramlarla (ileri, yuksek teknolojili, modern) mucadele etmeniz gerekiyor. Ama bu tur tarimin adini YagmaciTarim koyarsak, gerceklerin kabul edilmesi cok daha kolaylasir gibi geliyor. Tabii gerek zorunluluklardan gerek bilmeden yagmacitarim yapan ama bundan da en buyuk zarari kendileri goren ciftcileri kirmadan ve karsimiza almadan.
Gerek sanayide, gerek tarimda eskinin (olanaksizliklar yuzunden) mecburen akla/yaraticiliga/dogayla uyuma dayanan uretim bicimlerinin ozellikle bize ucuz diye yutturulan enerji kaynaklarinin kullanima girmesi ile nasil barbarca bir hale donustugunu bu kelime cok guzel acikliyor. Artik sinirli kaynaklari nasil daha guzel kullanirim diye cok ince dusunmeye ne gerek var, daya petrol icen dev makinelerini, sana ne dag dayanir, ne okyanus! Yagmala gitsin, ne guzel kisa vadede pek de ucuz. Aramizdaki bilgeler epeydir "bu gidis gidis degil" diye bize uyardilar ama makine gurultusunden sesleri duyulmadi ne yazik ki. Neyseki doga sesini yukseltmekte!
Bu tur yazilar yazarken yanlis anlasilmaktan korkuyorum, teknoloji karsiti, bilim ve gelisme karsiti bir hava seziliyor olabilir. Bir muhendis olarak amacim kesinlikle bu degil. Durumumuzu guclu teknolojisini komsu koyleri yagmalamak icin kullanan bir kabileye benzetiyorum. Yagma kulturu ne yazikki bir zenginlik yaratamiyor, cevredeki zenginlik bittiginde de fena halde cokuyor. Oysa biz elimizdeki teknolojiyi, basta kendimiz, cevremizi gelistirmek/zenginlestirmek icin kullanabiliriz. Yani burada sorun teknoloji degil onun nasil kullanildigi.
Endustriyel/konvansiyonel tarimin zararlarini anlatirken oncelikle karsinizdaki insanin kafasinda bu kelimelerin cagristirdigi yanlis kavramlarla (ileri, yuksek teknolojili, modern) mucadele etmeniz gerekiyor. Ama bu tur tarimin adini YagmaciTarim koyarsak, gerceklerin kabul edilmesi cok daha kolaylasir gibi geliyor. Tabii gerek zorunluluklardan gerek bilmeden yagmacitarim yapan ama bundan da en buyuk zarari kendileri goren ciftcileri kirmadan ve karsimiza almadan.
Gerek sanayide, gerek tarimda eskinin (olanaksizliklar yuzunden) mecburen akla/yaraticiliga/dogayla uyuma dayanan uretim bicimlerinin ozellikle bize ucuz diye yutturulan enerji kaynaklarinin kullanima girmesi ile nasil barbarca bir hale donustugunu bu kelime cok guzel acikliyor. Artik sinirli kaynaklari nasil daha guzel kullanirim diye cok ince dusunmeye ne gerek var, daya petrol icen dev makinelerini, sana ne dag dayanir, ne okyanus! Yagmala gitsin, ne guzel kisa vadede pek de ucuz. Aramizdaki bilgeler epeydir "bu gidis gidis degil" diye bize uyardilar ama makine gurultusunden sesleri duyulmadi ne yazik ki. Neyseki doga sesini yukseltmekte!
Bu tur yazilar yazarken yanlis anlasilmaktan korkuyorum, teknoloji karsiti, bilim ve gelisme karsiti bir hava seziliyor olabilir. Bir muhendis olarak amacim kesinlikle bu degil. Durumumuzu guclu teknolojisini komsu koyleri yagmalamak icin kullanan bir kabileye benzetiyorum. Yagma kulturu ne yazikki bir zenginlik yaratamiyor, cevredeki zenginlik bittiginde de fena halde cokuyor. Oysa biz elimizdeki teknolojiyi, basta kendimiz, cevremizi gelistirmek/zenginlestirmek icin kullanabiliriz. Yani burada sorun teknoloji degil onun nasil kullanildigi.
Labels:
havadan sudan,
permakultur
4 Kasım 2009 Çarşamba
Son bir haftanin ozeti
Bir kac hafta once, gecen sene ilk gordugumde pixel cicegi adini verdigim soganli cicegi arka tepelerde gordum. Bir sene gecmis ustunden. Anladim ki benim icin Bostancik'ta yil donumleri 31 Aralik degil Ekim ortasi bir vakit olacak.
Istanbul'dan 2 gun oldu doneli. Tugrul'un kiz kardesi evlendi. 15 saatlik donus yolunda bir muddet yolculuk yapmak istemedigimize karar verdik. Bu Istanbul yolculugu bizim icin Meyvelitepe'yi ziyaret etme acisindan cok guzel oldu. Hem ev sahipleri hem de Köpük bizi o kadar iyi agirladilar ki, saatlerin nasil gectigini anlamadik. Yagan yagmur ne yazik ki Meyvelitepe'yi gezmemizi, o 100 yillik muhtesem zeytin agaclarina dokunmamizi, minik sekoyaya merhaba dememizi, goji fidelerini gormemizi engelledi. Meyvelitepe'ye tekrar ziyaret etmek icin neden bol anlayacaginiz!:) Ama biz muhabbetimizi Datca'da devam ettirmek dilegiyle ayrildik.
Dondugumuzden beri biraz daginik bir haldeyiz. Layka hasta. Geldigimizden beri agzina lokma koymuyor. Surekli yanimizda, uzgun ve cokmus bir bicimde dolasiyor. Sadece gezmeye tepelere ciktigimizda hareketli. Ne oldugunu anlayabilmis degiliz. Bu arada bastiran yagmurlar bizi ummadik yerlerden vuruyor. Bu sabah kumesin yan tarafinda kolay erisim icin yaptigimiz buyuk kapagi yerlerde, icerisini de islanmis bulduk. Allahtan yagmur bir kac saat ara verdi de ciddi bir tamir yaptik.
Simdi yagmurluklari, cizmeleri giyip, disari cikip yagmur gozlemi yapacagiz. Swale'ler, goletler, yollar, vs. icin. Hadi kolay gelsin bize.
Istanbul'dan 2 gun oldu doneli. Tugrul'un kiz kardesi evlendi. 15 saatlik donus yolunda bir muddet yolculuk yapmak istemedigimize karar verdik. Bu Istanbul yolculugu bizim icin Meyvelitepe'yi ziyaret etme acisindan cok guzel oldu. Hem ev sahipleri hem de Köpük bizi o kadar iyi agirladilar ki, saatlerin nasil gectigini anlamadik. Yagan yagmur ne yazik ki Meyvelitepe'yi gezmemizi, o 100 yillik muhtesem zeytin agaclarina dokunmamizi, minik sekoyaya merhaba dememizi, goji fidelerini gormemizi engelledi. Meyvelitepe'ye tekrar ziyaret etmek icin neden bol anlayacaginiz!:) Ama biz muhabbetimizi Datca'da devam ettirmek dilegiyle ayrildik.
Dondugumuzden beri biraz daginik bir haldeyiz. Layka hasta. Geldigimizden beri agzina lokma koymuyor. Surekli yanimizda, uzgun ve cokmus bir bicimde dolasiyor. Sadece gezmeye tepelere ciktigimizda hareketli. Ne oldugunu anlayabilmis degiliz. Bu arada bastiran yagmurlar bizi ummadik yerlerden vuruyor. Bu sabah kumesin yan tarafinda kolay erisim icin yaptigimiz buyuk kapagi yerlerde, icerisini de islanmis bulduk. Allahtan yagmur bir kac saat ara verdi de ciddi bir tamir yaptik.
Simdi yagmurluklari, cizmeleri giyip, disari cikip yagmur gozlemi yapacagiz. Swale'ler, goletler, yollar, vs. icin. Hadi kolay gelsin bize.
Labels:
havadan sudan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)