Daha onceki bazi fotograflarimizda dikkat edenler olmus olabilir, karavanin onunde cim bir alan var. Bu alan onceden de bizi rahatsiz ediyordu insafsiz su gereksiniminden dolayi ama permakultur egitimleri sonrasi iyice utandigimiz bir yer haline geldi. Yavas yavas kiyisindan kosesinden bu alani kucultmeye kara verdik ve gectigimiz 1-2 gun bu isle ugrastik.
Cim alanin bazi kenarlarina zaten su siralar sararmis olan cime hic bir on islem yapmadan karton kutu ve uzerine kurumus ot koyarak gordugunuz bantlari elde ettik. Cime ek olarak karavanin hemen cikisindaki cakilli alanin da sinirlarina minik birer sebze yatagi ekledik. Buralar onumuzdeki bahar'a kadar keci gubresi ve yesil gubre ile kalinlastiriacak zaman zaman.
Bahar ile birlikte evin hemen yaninda gundelik gereksinimlerimizi karsilayabilecegimiz sebze ve cicek yerlerimiz hazir olmus olacak. Buraya permakulturcede 1. bolge (zone 1) deniyor. Permakulturculer tembel insanlar olduklarindan bahcede gunde birkac kez ziyaret edilmesi gereken yerleri eve iyice yakin tutmaya calisiyorlar. Ziyaret gerekliligi seyreldikce (ornegin 2. bolge icin haftada birkac kez) bolgeler evden uzaklasiyor ya da hemen yol ustu olmayan yerlere kayiyor. Ilk yil sebze bahcesini gereginden uzaga yaparak bu bolge yaklasiminin ne kadar kritik olduguu bizzat yasadik. Bu bolgeler konusu ile ilgili daha detayli yazmak lazim...
26 Ekim 2009 Pazartesi
21 Ekim 2009 Çarşamba
Verimlilik Nedir, Ne Degildir?
Bir isi yaparken butunun sadece bir kismina odaklanip o parcayi mukemmel yapacagim derken isin tamamini mahvettiginiz oldu mu hic? Benim oldukca fazla basima gelen birsey bu :-) Galiba erkekler icin daha zor birsey butunun tamamini dusunurek parcalar icin zaman zaman "bu kadari yeter" diyebilmek. Yemege misafirler geldiginde ortaligi bok goturuyorsa ve hic yemek pisirilmemis ama sofra sahane hazirlanmissa emegin cok da mantikli harcandigi soylenemez degil mi?
Bugunlerde endustriyel tarimin ne kadar verimli oldugunu ve milyarlarin ancak bu sekilde doyurulabilecegini her duydugumda icimden "peki yemekler nerede, ortaligi kim toplayacak?" diye sormak geliyor. Biliyorsunuz su anki endustriyel tarimi savunanlar genellikle uzgun bir yuz ifadesi takinip "evet kimyasallar zararli, dogru cesitlilik azaliyor ve doga zarar goruyor ama milyarlari baska nasil besleyebilirizki" diyorlar, ve bunu tartisilmaz bir gercek gibi ortaya koyup bizim "acaba?" sorusunu bile sormamizi engellemeye calisiyorlar.
Halbuki verimli diye yutturulan sistemin asil maliyetinin bir buzdagi gibi oldugu ve cogunun su altinda gozumuzden kacirilmaya calisildigi artik iyice ortaya cikti. Yani takke dustu...
Su anda dunyadaki yiyecek probleminin bir yiyecek/tarim sikintisi degil, para problemi oldugu, insanlarin yiyecek eksikliginden degil parasizliktan ve isleyecek topraga erisimlerinin olmamasindan aclik cektigi, normalde tarimin su andaki dunya nufusunun kat kat fazlasini besleyebilecegi artik herkesin bildigi birsey zaten. Ama gecenlerde okudugum bir makalede daha da ilginc bir bilgiye rastladim. Makale "organik tarim dunyayi besleyebilir mi?" sorusuna cevap ariyor. Bircok model kullanilarak ve farkli disiplinlerden insanlar tarafindan organik tarima gecince nasil bir degisimin ortaya cikacagi inceleniyor. Gelismis ulkelerde, yani kimyasallarin inanilmaz boyutta ve her turlu makinelesme ile kullanildigi ulkelerde tamamen organik tarima gecildiginde evet verim biraz azaliyor ama (simdi siki durun) fakirlikten dolayi endustriyel tarimi gelismis ulkeler kadar bol bulamac uygulayamayan fakir ulkelerde organik tarim sonucu verimlilik net olarak artiyor. Yani asil doyurmak icin endustriyel tarima muhtac oldugunu dusundugumuz ulkelerde organik tarim net bir urun artisi demek oluyor. Tabii butun bunlar yukarida bahsettigimiz buzdaginin altinda kalan maliyetleri hesaba bile katmadan. Onlar da devreye girince ulke farki gozetmeden su andaki tarimin ne kadar verimsiz, kaynaklari savurganca harcayan, ve insan dahil hicbir canlinin yasam hakkini gozetmeyen felaket bir sistem oldugu iyice ortaya cikiyor.
Somut bir ornek olarak daha once bahsettigim Endonezya'daki pirinc ornegini hatirlatayim. Monsanto 2 yerine 3 kez urun alip ihya olacaksiniz diye pirincini ektiriyor oradakilere. Koyluler bu yeni "yesil devrim" urunu ile hayatlarinda ilk kez pirinc zararlisi ile tanisiyorlar, bocek ilaclari giriyor devreye. Artik kendi tohumlarini alamiyorlar, her sene Monsanto'dan tohum satin almak zorundalar. Daha once hic yapmadiklari bir suru harcama kapisi aciliyor, bunlara bocek ilaclarindan kaynaklanan saglik harcamalarini da katin. Ve bir de bu gozle degerlendirin Monsanto'nun fakir Endonezyalilari doyurmak icin yaptigi fedakarca cabalari. Ne demistim daha once, ilk bakista daha verimsiz gorunen kendi pirincleri daha saglam bir analiz ile yeni pirincten 5 kat verimli cikiyor.
Ne yazikki dunya capinda boylesine garip bir verimlilik hesabi ile kaziklanmis durumdayiz. A urununu 2 liraya maledip, 5 liraya satabiliyorum. Biri gelip de ben sana B vereyim onu uret 20'den satarsin deyince hicbirimiz hemen atlamiyoruz, peki kaca maloluyor diye sormayi pekala akil edebiliyoruz. Maliyet 19 ise de hicbirimiz B'ye bulasmiyoruz. Ama maliyet hemen degil de uzun vadede ve dogrudan bize degil de tum dogaya (ve dolayisi ile bize) yayiliyorsa jeton bazen oldukca gec dusebiliyor!
Organik tarima gore citayi cok daha yukselten permakulturun yerel tuketim sayesinde nakliye tasarruflari, ayni araziden katman katman bir suru urun alinabilmesi, topragin zamanla fakirlesmeyip tam tersine iyilesmesi, biyolojik hayatin cesitlenmesi gibi artilarini da goz onunde bulundurunca gercekten bir super kahramanla karsi karsiya oldugumuz ortaya cikiyor. Ama bunun gogsunde S degil P harfi var :-)
Hep tarimdan bahsettik ama permakulturun aslinda sadece bir tarim yaklasimi degil, cok daha butuncul bir tasarim araci oldugunu ekleyelim (diger konulara da zamanla gelecegiz). Yaziyi Permakulturun 3 ana etik kurali ile bitirelim:
- Insani koru, kolla
- Dogayi koru, kolla
- Tuketimi azalt ve fazlayi paylas (insanlarla ve doga ile)
Bugunlerde endustriyel tarimin ne kadar verimli oldugunu ve milyarlarin ancak bu sekilde doyurulabilecegini her duydugumda icimden "peki yemekler nerede, ortaligi kim toplayacak?" diye sormak geliyor. Biliyorsunuz su anki endustriyel tarimi savunanlar genellikle uzgun bir yuz ifadesi takinip "evet kimyasallar zararli, dogru cesitlilik azaliyor ve doga zarar goruyor ama milyarlari baska nasil besleyebilirizki" diyorlar, ve bunu tartisilmaz bir gercek gibi ortaya koyup bizim "acaba?" sorusunu bile sormamizi engellemeye calisiyorlar.
Halbuki verimli diye yutturulan sistemin asil maliyetinin bir buzdagi gibi oldugu ve cogunun su altinda gozumuzden kacirilmaya calisildigi artik iyice ortaya cikti. Yani takke dustu...
Su anda dunyadaki yiyecek probleminin bir yiyecek/tarim sikintisi degil, para problemi oldugu, insanlarin yiyecek eksikliginden degil parasizliktan ve isleyecek topraga erisimlerinin olmamasindan aclik cektigi, normalde tarimin su andaki dunya nufusunun kat kat fazlasini besleyebilecegi artik herkesin bildigi birsey zaten. Ama gecenlerde okudugum bir makalede daha da ilginc bir bilgiye rastladim. Makale "organik tarim dunyayi besleyebilir mi?" sorusuna cevap ariyor. Bircok model kullanilarak ve farkli disiplinlerden insanlar tarafindan organik tarima gecince nasil bir degisimin ortaya cikacagi inceleniyor. Gelismis ulkelerde, yani kimyasallarin inanilmaz boyutta ve her turlu makinelesme ile kullanildigi ulkelerde tamamen organik tarima gecildiginde evet verim biraz azaliyor ama (simdi siki durun) fakirlikten dolayi endustriyel tarimi gelismis ulkeler kadar bol bulamac uygulayamayan fakir ulkelerde organik tarim sonucu verimlilik net olarak artiyor. Yani asil doyurmak icin endustriyel tarima muhtac oldugunu dusundugumuz ulkelerde organik tarim net bir urun artisi demek oluyor. Tabii butun bunlar yukarida bahsettigimiz buzdaginin altinda kalan maliyetleri hesaba bile katmadan. Onlar da devreye girince ulke farki gozetmeden su andaki tarimin ne kadar verimsiz, kaynaklari savurganca harcayan, ve insan dahil hicbir canlinin yasam hakkini gozetmeyen felaket bir sistem oldugu iyice ortaya cikiyor.
Somut bir ornek olarak daha once bahsettigim Endonezya'daki pirinc ornegini hatirlatayim. Monsanto 2 yerine 3 kez urun alip ihya olacaksiniz diye pirincini ektiriyor oradakilere. Koyluler bu yeni "yesil devrim" urunu ile hayatlarinda ilk kez pirinc zararlisi ile tanisiyorlar, bocek ilaclari giriyor devreye. Artik kendi tohumlarini alamiyorlar, her sene Monsanto'dan tohum satin almak zorundalar. Daha once hic yapmadiklari bir suru harcama kapisi aciliyor, bunlara bocek ilaclarindan kaynaklanan saglik harcamalarini da katin. Ve bir de bu gozle degerlendirin Monsanto'nun fakir Endonezyalilari doyurmak icin yaptigi fedakarca cabalari. Ne demistim daha once, ilk bakista daha verimsiz gorunen kendi pirincleri daha saglam bir analiz ile yeni pirincten 5 kat verimli cikiyor.
Ne yazikki dunya capinda boylesine garip bir verimlilik hesabi ile kaziklanmis durumdayiz. A urununu 2 liraya maledip, 5 liraya satabiliyorum. Biri gelip de ben sana B vereyim onu uret 20'den satarsin deyince hicbirimiz hemen atlamiyoruz, peki kaca maloluyor diye sormayi pekala akil edebiliyoruz. Maliyet 19 ise de hicbirimiz B'ye bulasmiyoruz. Ama maliyet hemen degil de uzun vadede ve dogrudan bize degil de tum dogaya (ve dolayisi ile bize) yayiliyorsa jeton bazen oldukca gec dusebiliyor!
Organik tarima gore citayi cok daha yukselten permakulturun yerel tuketim sayesinde nakliye tasarruflari, ayni araziden katman katman bir suru urun alinabilmesi, topragin zamanla fakirlesmeyip tam tersine iyilesmesi, biyolojik hayatin cesitlenmesi gibi artilarini da goz onunde bulundurunca gercekten bir super kahramanla karsi karsiya oldugumuz ortaya cikiyor. Ama bunun gogsunde S degil P harfi var :-)
Hep tarimdan bahsettik ama permakulturun aslinda sadece bir tarim yaklasimi degil, cok daha butuncul bir tasarim araci oldugunu ekleyelim (diger konulara da zamanla gelecegiz). Yaziyi Permakulturun 3 ana etik kurali ile bitirelim:
- Insani koru, kolla
- Dogayi koru, kolla
- Tuketimi azalt ve fazlayi paylas (insanlarla ve doga ile)
Labels:
permakultur
Visne likoru tarifi- 1
Sevgili Cigdem'den tarifi alali ve uygulayali epey oluyor ama araya giren isler ve yolculuklar yuzunden visne likorunun tadina bakmak gecen gun mumkun oldu. Kokusu, tadi, rengi, kadehte biraktigi iz cok hos ama asil olay icindeki visnelerde! Tam bir bomba! Cigdem'in tarifi soyle (BIZIM YAPTIKLARIMIZ/DEGISTIRDIKLERIMIZ BUYUK HARFLE YAZILI):
1. Meyveyi yika süz, kavanoza koy. Cin/votkayi üzerine boca et, bir çorba kasigi toz seker ekle- BIZ 1 KG VISNEYE, 70 cc VOTKA, VE BIRAZ DAHA COK SEKER KOYDUK. DAHA YOGUN MEYVE, DAHA AZ ALKOL TADI ISTEYENLER, VISNE MIKTARINI ARTIRABILIR.
2. Keyfine göre yarim çubuk tarçin, bir iki karanfil.... Kavanozu kapat ve karanlik bir yerde 3 hafta beklet- BIZIM ARAYA GIREN ISLER YUZUNDEN 2 AY GECMIS! KAVANOZU GOZ ONUNDE BULUNDURMAKTA FAYDA VAR!:). VISNE TANELERININ BOMBA OLMASININ SEBEBI BU SURE OLABILIR MI BILMIYORUM.
3. Önce süz meyvelerden ve berrak ve renkli ve kokulu likörü al. Üzerine en eski en gözden çikardigin kiligi giy ama o kiligi da sakin atma seneye lazim olacak :=) Al eline tel süzgeci koy en büyük tencerenin üzerine. Posali bir sivi çikacak onu da kendine ayir. Koy buz dolabina sogusun. - ISTE BIZ BUNU YAPMADIK. VISNE BOMBASI OLARAK YEMEYE DEVAM ETMEK NIYETIMIZ AMA BELKI BIR KISMINI DA YAPARIM.
Cigdem, icerken kulaklarini cinlattik bilmem hissettin mi? Likor agir agir, agzin icinde eze eze icmelik! Bu betimlemem bana Cem Yilmaz'in Anadolu Rock esprisini hatirlatti!:) Bu guzel tarif icin tesekkurler.
Blogun basligindan anlasildigi uzere 2. bir tarifle hazirlanmis ayri bir visne likoru daha var. Ama henuz tadina bakmadik. Bakinca onun da tarifini verecegim.
Labels:
nasil yapilir
20 Ekim 2009 Salı
Bir okuma onerisi
Evren asil problemin ne oldugunu o kadar guzel yazmis ki paylasmadan edemedim:
http://basitbiryasam.blogspot.com/2009/10/iyi-niyetle-yapilmis-kotulukler.html
http://basitbiryasam.blogspot.com/2009/10/iyi-niyetle-yapilmis-kotulukler.html
Labels:
havadan sudan
Duzensizligin Duzeni
Teknolojinin ilerlemesi ile dogadan koptukca ve biribirini dik kesen sokaklari ve dikdortgen prizmasi apartmanlari ile sehirler insaa ettikce duzenlilik ve duzensizlik kavramlarini da tersine cevirmisiz. Sokaginizda apartmanlar arasinda kalmis bos bir apartman arsasini dusunun. Uzerinde belki 5-6 yildir bitkilerin kendi kendine yetistigi bu alan cogumuz icin son derece duzensiz ve pis bir yerdir. Birsuru yabani ot ve luzumsuz cali bize nasil da cirkin gorunur. Yanlislikla yolumuz oraya dusse adini bilmedigimiz korkunc!!! bocekler ve orumcekler karsilar bizi. Hatta dunyada pek cok belediye bu tip yerlerdeki tum bitkileri temizlemeyi kendine is edinmistir, mahalle sakinleri de bu duzensizlikten kurtulmaktan cok memnundur.
Cogu zaman kendimize ev/bahce yapmak uzere bir arazi aldigimizda da ilk yaptigimiz budur zaten. Agir is makineleri ile araziyi duzlemek, uzerindeki tum ise yaramaz bitkileri, calilari ve agaclari kesip atmak ve ondan sonra yarattigimiz piril piril duzlukte basrolu cim alanlara vererek duzenli bir bahce kurmak.
Olaya doganin gozu ile baktigimizda ise ortaya tamamen ters bir tablo cikiyor. Daha once yaralanmis/hirpalanmis topragi tekrar verimli hale getirmek icin en once arsaya kosan ve bizim cogunlukla yabani ot diye adlandirdigimiz mucize bitkiler derin kokleri ile yapraklarina besin depoladiktan sonra omurlerini tamamlarken geride kendilerinden oncekinden cok daha verimli bir toprak birakiyorlar. Boylece yerlerini yavas yavas daha buyuk calilara ve belki kucuk agacciklara birakirken ve bunu yaparken yuzlerce irili ufakli hayvana ev sahipligi yaparken, yani yavas yavas inanilmaz karmasiklikta bir DUZEN kurarken, aniden ortaya cikan insan aslinda oldukca barbar bir sekilde bu duzeni mahvediyor. Yerine koydugu duzen ise aslinda doga acisindan muthis bir duzensizlik. Sadece irili ufakli hayvanlarin degil, bitkilerin de yasam alanlari darmadagin oluyor. Saglikli buyumeleri icin bitki ve hayvanlar arasinda gerekli yuzlerce karmasik iliski agi parcalanmis oluyor. Bu yuzden de bizim yarattigimiz DUZENLI bahcelerde doganin yarattigi ve kendi ayaklari uzerinde duran ve hergecen gun kendini daha da zenginlestiren duzene ters olarak bir fakirlik ve aslinda duzensizlik var. Zaten insanin surekli destegi olmadan (yabani ot temizleme, gubreleme, sulama, ilaclama) ayakta kalamiyor yarattigimiz "duzenli" sistemler.
Eger bitkilerimiz ve bunlarin davet ettigi bortu bocek biribirini desteklesin, korusun kollasin ve sonuc olarak bize onlarin meyvelerini yiyip guzelliklerini seyretmekten baska bir is cikarmasin diyorsak bahcelerimizi tasarlarken dogayi ornek alalim. YUzlerce yildir hic bakim olmadan surekli zenginlesen bir ormanin ilk bakistaki duzensiz gorunusunun altidaki inanilmaz karmasikliktaki duzeni sezelim. En basta Ingiliz'ler olmak uzere son birkac yuzyilda basimiza bela edilen sira sira sekillendirilmis bitkiler ve genis cim alanli bahcelerin gercek duzensizliklerini gorelim.
Evet duzenli bahceler cok guzel ama insanin aptalcasina duzeni ile degil, doganin surprizlerle dolu karmasik duzeni ile...
Cogu zaman kendimize ev/bahce yapmak uzere bir arazi aldigimizda da ilk yaptigimiz budur zaten. Agir is makineleri ile araziyi duzlemek, uzerindeki tum ise yaramaz bitkileri, calilari ve agaclari kesip atmak ve ondan sonra yarattigimiz piril piril duzlukte basrolu cim alanlara vererek duzenli bir bahce kurmak.
Olaya doganin gozu ile baktigimizda ise ortaya tamamen ters bir tablo cikiyor. Daha once yaralanmis/hirpalanmis topragi tekrar verimli hale getirmek icin en once arsaya kosan ve bizim cogunlukla yabani ot diye adlandirdigimiz mucize bitkiler derin kokleri ile yapraklarina besin depoladiktan sonra omurlerini tamamlarken geride kendilerinden oncekinden cok daha verimli bir toprak birakiyorlar. Boylece yerlerini yavas yavas daha buyuk calilara ve belki kucuk agacciklara birakirken ve bunu yaparken yuzlerce irili ufakli hayvana ev sahipligi yaparken, yani yavas yavas inanilmaz karmasiklikta bir DUZEN kurarken, aniden ortaya cikan insan aslinda oldukca barbar bir sekilde bu duzeni mahvediyor. Yerine koydugu duzen ise aslinda doga acisindan muthis bir duzensizlik. Sadece irili ufakli hayvanlarin degil, bitkilerin de yasam alanlari darmadagin oluyor. Saglikli buyumeleri icin bitki ve hayvanlar arasinda gerekli yuzlerce karmasik iliski agi parcalanmis oluyor. Bu yuzden de bizim yarattigimiz DUZENLI bahcelerde doganin yarattigi ve kendi ayaklari uzerinde duran ve hergecen gun kendini daha da zenginlestiren duzene ters olarak bir fakirlik ve aslinda duzensizlik var. Zaten insanin surekli destegi olmadan (yabani ot temizleme, gubreleme, sulama, ilaclama) ayakta kalamiyor yarattigimiz "duzenli" sistemler.
Eger bitkilerimiz ve bunlarin davet ettigi bortu bocek biribirini desteklesin, korusun kollasin ve sonuc olarak bize onlarin meyvelerini yiyip guzelliklerini seyretmekten baska bir is cikarmasin diyorsak bahcelerimizi tasarlarken dogayi ornek alalim. YUzlerce yildir hic bakim olmadan surekli zenginlesen bir ormanin ilk bakistaki duzensiz gorunusunun altidaki inanilmaz karmasikliktaki duzeni sezelim. En basta Ingiliz'ler olmak uzere son birkac yuzyilda basimiza bela edilen sira sira sekillendirilmis bitkiler ve genis cim alanli bahcelerin gercek duzensizliklerini gorelim.
Evet duzenli bahceler cok guzel ama insanin aptalcasina duzeni ile degil, doganin surprizlerle dolu karmasik duzeni ile...
Labels:
permakultur
Mayalar neden cokmus?
© Tom Sever.
Berke arkadasim bir haber gondermis.
Mayalarin neden coktugune dair bir makale. Makale Ingilizce, kisa bir ozet verecegim:
1200 yil boyunca Mayalar Orta Amerika'da hukum surmusler. En basarili olduklari zamanlarda 1 km kareye 775 kisi dusuyormus. Bugun Los Angeles idari bolgesine (county) denk! Sonra birden bir cokus olmus. Nedenini arastirmacilar soyle tahmin ediyorlar:
Cevreleri ile uyum icinde yasadigi dusunulen Mayalar aslinda kendilerinden onceki ve sonraki bir cok medeniyet gibi tarim yapmak icin daha dogrusu misir (Omnivore's Dilemma'yi okuyanlar misirdan nasil bir canavar yaratildigini hatirlayacaklar) yetistirmek icin buyuk orman arazilerini acmislar, tapinak, barinak gibi yapilarda insa malzemesi yapmak icin agaclari kesmisler. 1 m2 kirec yapmak icin, kirectasini 20 agac yakarak isitmalari gerekiyormus. Arastirmacilarin yaptiklari simulasyonlara gore, orman kaybi 3-5 derece sicaklik artisina ve 20-30% yagis azalmasina sebep olmus. Mayalarin tarihten silindigi donemde cok ciddi bir kuraklik yasandigi biliniyormus. Tabi ki kuraklik tek basina bir neden degil ama kurakligin yarattigi aclik, hastalik, huzursuzluk ve savaslar bu medeniyete diz cokturmus olabilir diyor uzmanlar.
Makalede bir diger carpici bilgi daha vardi: Tarim yapilan bir arazinin kendine gelebilmesi icin, tarim yapilan her 1-3 sene icin, 15 sene rahat birakilmasi gerekiyormus!
Acaba bizim de akibetimiz boyle mi olacak, yoksa bu durumdan kurtulmayi becerecek kadar akilli davranabilecek miyiz?
Labels:
havadan sudan
15 Ekim 2009 Perşembe
Permakultur Tasarim Sertifikasi
Permakultur Tasarim Kursumuzu Imeceevi'nin Izmir Menemen yakinlarindaki yeni yeri Turgutlar koyunde tamamlayip evimize donduk. Kedimizi biraz daha semirmis, horozlarimizi da biraz daha yakisikli olmus bulduk. Boyunlarindaki ve kuyruklarindaki tuyler uzamaya baslamis, iyice havalanmislar. Birkaci daha otuyor. Sagolsun Ozgur abileri onlara cok guzel bakmis.
Egitim benim bekledigimden cok daha verimli gecti. Ilk gittigimiz calistayin ardindan "benzer seyler mi olacak acaba?" endisem vardi ama hem ogretmenin farkli olmasi, hem de egitimin oldugu yer boyutu cok degistirdi. Konuya tamamen yeni bir perspektiften bakmis olduk.
Oncelikle Turgutlar koyunden ve ilk kez yuzyuze tanistigimiz Imeceevi ekibinden bahsetmem lazim. Araba ile aksama dogru koye vardigimizda ne yalan soyleyeyim, hemen gerisin geri donsek en iyisi herhalde gibi bir dusunce gecti aklimizdan. Hemen hemen tamami yikilmis virane bir koy ve yikintilarin icinden cikmis agaclarin etrafinda otlayan koyunlar karsiladi bizi. Ustelik su da bir kepce kazasi sonucu kesik. Koyde 3 hanede toplam 5 yasli yasiyor (Imececiler sayilmazsa).
Ama 10 gun sonra ayrilik vakti geldiginde insanlar biribirine o kadar baglanmisti ki vedalasma oldukca duygusal oldu. Beraberce ders yapip, is yapip, yemek yapip, yemek yiyerek tam bir aile olduk kisa zamanda ve derslere ek olarak pek cok seyler ogrendik.
Kaldigimiz evi bizim icin cok daha sevimli kilan uclu asagida.
Bunlar disinda 2 adet 6 aylik kangal yavrusu, 1 adet 8 aylik Ayuska (biz Yarmagul adini verdik ona) ve sonradan bize katilan dev bir kangal hergun sabah aksam bize Zeytin ve Uzum'le yuruyuslerimizde eslik ettiler.
Bu 10 gun icinde konusuna cok hakim ve tecrubeli bir ogretmenden permakultur dersleri aldik ve onun permakultur ile ilgili tutkusu hepimize bulasti.
Ogretmenimiz Steve Read sayesinde permakulturun kapsaminin genisligini ve politik yonunu ve dunyadaki pek cok sorunu cozmek icin ne kadar faydali teknikler sundugunu bir kez daha kavradik.
Tasarim kursu cercevesinde Turgutlar koyunun bir eko-koy olarak kaba taslak bir tasarimini da yapinca, Imeceevi'nin vizyonu hepimizin hayali haline geldi. Koyun cok zor sartlarini misafirler icin kalinabilir hale getirmek icin cirpinan, bunu yaparken bizim yeni arkadasliklar kurmamiza vesile olan Imeceevi ekibine tesekkurler. Cok kisa zaman icinde bu koyu yepyeni meydani, hamami, genel mutfagi, yeniden yapilmis evleri, misafirhanesi, aritma tesisi, goletleri, yagmur suyu toplama kanallari, alternatif enerji kaynaklari, dogal tarim okulu ve benzeri bircok yapi ile taninmaz hale getireceklerine eminim. Ilk firsatta yolunuzu oralara dusurmenizi hepinize tavsiye ederim.
Bu tecrubeden super bir gazla donduk ama belki en onemlisi gozumuzde buyuttugumuz bazi islerin el ele verince ne kadar kolay ve hizli halledilebilecegini gormek oldu. Bu heyecan ve sevkle kendi projelerimizie baslayacagiz simdi. Planda ilk olarak acik bir mutfak, disarida minik bir banyo tuvalet, yeni sebze cicek yataklari, agac dikme yerleri ve daha pek cok proce var. Bize kolay gelsin!
Egitim benim bekledigimden cok daha verimli gecti. Ilk gittigimiz calistayin ardindan "benzer seyler mi olacak acaba?" endisem vardi ama hem ogretmenin farkli olmasi, hem de egitimin oldugu yer boyutu cok degistirdi. Konuya tamamen yeni bir perspektiften bakmis olduk.
Oncelikle Turgutlar koyunden ve ilk kez yuzyuze tanistigimiz Imeceevi ekibinden bahsetmem lazim. Araba ile aksama dogru koye vardigimizda ne yalan soyleyeyim, hemen gerisin geri donsek en iyisi herhalde gibi bir dusunce gecti aklimizdan. Hemen hemen tamami yikilmis virane bir koy ve yikintilarin icinden cikmis agaclarin etrafinda otlayan koyunlar karsiladi bizi. Ustelik su da bir kepce kazasi sonucu kesik. Koyde 3 hanede toplam 5 yasli yasiyor (Imececiler sayilmazsa).
Ama 10 gun sonra ayrilik vakti geldiginde insanlar biribirine o kadar baglanmisti ki vedalasma oldukca duygusal oldu. Beraberce ders yapip, is yapip, yemek yapip, yemek yiyerek tam bir aile olduk kisa zamanda ve derslere ek olarak pek cok seyler ogrendik.
Kaldigimiz evi bizim icin cok daha sevimli kilan uclu asagida.
Bunlar disinda 2 adet 6 aylik kangal yavrusu, 1 adet 8 aylik Ayuska (biz Yarmagul adini verdik ona) ve sonradan bize katilan dev bir kangal hergun sabah aksam bize Zeytin ve Uzum'le yuruyuslerimizde eslik ettiler.
Bu 10 gun icinde konusuna cok hakim ve tecrubeli bir ogretmenden permakultur dersleri aldik ve onun permakultur ile ilgili tutkusu hepimize bulasti.
Ogretmenimiz Steve Read sayesinde permakulturun kapsaminin genisligini ve politik yonunu ve dunyadaki pek cok sorunu cozmek icin ne kadar faydali teknikler sundugunu bir kez daha kavradik.
Tasarim kursu cercevesinde Turgutlar koyunun bir eko-koy olarak kaba taslak bir tasarimini da yapinca, Imeceevi'nin vizyonu hepimizin hayali haline geldi. Koyun cok zor sartlarini misafirler icin kalinabilir hale getirmek icin cirpinan, bunu yaparken bizim yeni arkadasliklar kurmamiza vesile olan Imeceevi ekibine tesekkurler. Cok kisa zaman icinde bu koyu yepyeni meydani, hamami, genel mutfagi, yeniden yapilmis evleri, misafirhanesi, aritma tesisi, goletleri, yagmur suyu toplama kanallari, alternatif enerji kaynaklari, dogal tarim okulu ve benzeri bircok yapi ile taninmaz hale getireceklerine eminim. Ilk firsatta yolunuzu oralara dusurmenizi hepinize tavsiye ederim.
Bu tecrubeden super bir gazla donduk ama belki en onemlisi gozumuzde buyuttugumuz bazi islerin el ele verince ne kadar kolay ve hizli halledilebilecegini gormek oldu. Bu heyecan ve sevkle kendi projelerimizie baslayacagiz simdi. Planda ilk olarak acik bir mutfak, disarida minik bir banyo tuvalet, yeni sebze cicek yataklari, agac dikme yerleri ve daha pek cok proce var. Bize kolay gelsin!
Labels:
havadan sudan,
permakultur
1 Ekim 2009 Perşembe
Tokat'in Selden Kurtulusu (Swale Kullanimina Muhtesem Bir Ornek)
Biliyorsunuz swale'ler (tesviye egrileri yonunde acilan hendekler) kazmaya baslayacagiz yakinda. Birgun gazetesinde 27 Eylul'de cikan bir yaziya permakultur-turkiye grubunda rastladim. Seller oldukca ne yapacagini bilemez sekilde etrafa bakanlar keske okuyup ornek alsa...
SELLERİN SORUMLUSU, YILLARDIR ÖNLEM ALMAYAN YÖNETİCİLER
14:56 27 Eylül 2009
KEMAL AŞK: YAŞANAN FELAKETLER EROZYON, ORMANSIZLAŞTIRMA VE GECEKONDULAŞMANIN SONUCU
“Tokat’ı Selden Kurtaran Adam” olarak bilinen Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü eski Genel Müdürü Kemal Aşk, can ve mal kayıplarına yol açan sel felaketlerinin önlenmesi için, yıllardan bu yana İzmir dışında önemli hiçbir adım atılmadığını söyledi
engİN YAVUZ
izmir@birgun.net
“Tokat’ı Selden Kurtaran Adam" olarak bilinen Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü eski Genel Müdürü Kemal Aşk, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşanan sel baskınlarının sorumlusunun, “Gecekondulaşma ve ormansızlaştırma” olduğunu belirtti. Aşk, bu konuda yıllardır önemli bir adım atılmadığını belirterek, “Bu felaketlerinin suçlularını insanların dışında bir yerde aramayın” dedi.
1957 yılında İstanbul'da Alibeyköy Deresi'nin yukarı havzasında incelemede bulunurken, gecekondulaşma ve ormansızlaştırmayla kireç ve taş ocakları tehdidinin oluşmaya başladığına tanık olduğunu belirten Aşk, "İstanbul'da yaşanan sel baskınlarının suçlusu gecekondulaşma ve ormansızlaştırmadır. İstanbul için bunu 5 yıl önce kamuoyuna duyurmuştum. Geçen sürede hiçbir iyileştirme yapılmadığı için İstanbul ve çevresinde yeni felaket yaşandı” dedi.
Sellerin önlenebilmesi için yerel yöneticilerin, Çevre ve Orman Bakanlığı ile derelerin üst bölümlerinde "teraslama", "dere ıslahı" ve "ağaçlandırma" çalışmaları yapmalarını öneren Aşk, İzmir'de sel baskınlarını önlemek amacıyla Bornova Laka Deresi çevresinde önemli çalışmalar yapıldığını söyledi.
Orman Bakanlığı Erozyonla Mücadele ve Mera Islahı Tatbikatı Grup Müdürü olarak 1955 yılında Tokat'ta görevlendirildiğini hatırlatan Aşk, o döneme ilişkin çalışmalarını şöyle anlattı:
‘4 YILDA BAŞARDIK’
“1955 yılına gelinceye kadar Tokat sık sık sel baskınlarının yaşandığı bir yerdi. 1909 selinde Yeşilırmak kenarında Behzat deresinin ırmağa kavuştuğu yerde çadırlı ordugâhta bulunan 500 kişilik bir askeri birliğin sele kapılarak kaybolduğu söylenir. Bundan sonra anımsanan 1936, 1946, 1949 ve 1951 selleri de acı hatıralarla doludur. 1951 yılındaki sele tanık olan bir bakan, çektiği telgrafta 446 ev ve 122 dükkânın hasar gördüğünü, 22 kişinin öldüğünü bildirmiş. Bütün bu olaylar nedeniyle “Tokat selden Sivas yelden batacak” diye bir halk sözü oluşmuş. 1953-1955 arasında Fransa’da erozyonla savaş ve mesa ıslahı konularında ihtisas yapmıştım. Dönüşte Ağaçlandırma Şubesi emrine verildim. Dönemin ağaçlandırma şube müdürü ilk görev olarak Tokat’a gitmemi ve inceleme yapmamı istedi. İncelemenin ardından Tokat’ta çalışmak üzere görev istedim. Kabul edildi. İtalya’da ve Kuzey Afrika’da uygulanan erozyonla mücadele yöntemlerini Tokat’ta uygulayabileceğimi düşünüyordum.”
Bugünün parasal karşılığı ile 1.2 milyon lira harcama ile 1955-1959 yılları arasında seli önlemeyi başardıklarını belirten Aşk, şunları söyledi:
“1950’li yıllarda bir yerde sel meydana geldiğinde bunun ormansızlaşma sonucunda oluştuğu düşünülür ve ağaç dikmekle sorunun çözüleceği varsayılırdı. Çünkü Tokat’a gittiğimde 1953’te seli önlemek için dikilen 200 bin fidanın hiçbiri yerinde yoktu. Tokat’ta Behzat deresi su havzasında 26 bin hektarlık alanda çalışma yaptık. İlk olarak düşebilecek en şiddetli yağışları tutabilecek kapasitede, tesviye eğrileri yönünde hendekler kazdık. Toplam 200 hektar alanda hendekleme çalışması, üç çimento harçlı ıslah barajı ve 154 kuruduvar eşik ve 60 canlı baraj inşa ettik. 11 bin hektarlık bozuk baltalık orman sahasını ıslah edip verimli hale getirdik. Odun kaçaklığını önledik, havza genelinde yapılan otlatlamaları engelledik. 1955 yılında 22 Mayıs gecesi Tokat’a, 1951 yılında meydana gelen sel felaketine neden olan miktarda, dakikada metrekareye 1.4 metreküp yağış düştü. Bizim çalışmaları sürdürdüğümüz bölgelerde sel meydana gelmedi. Kimse zarar görmedi. Bizim çalışmalarımızı kuşkuyla izleyenler sonra bize güvendi, destek verdi. Halk, Tokat’ın selden kurtulacağına inandı.”
1956 yılında Sarıkaya, Çardıbat ve Kızılöz dereleri ile Gıjgıj Dağı’nı ıslah ettiklerini anlatan Aşk, “Gıjgıç Dağı kayalıktı. Buranın ağaçlandırılacağına kimse inanmadı. Dinamitlerle hendekler açarak taş duvarlı ve dikim çukurlu hendekler yaptık. Dikim çukurlarını taşıma toprakla doldurup ağaçlandırdık. Bir zamanların çıplak dağı şimdi Tokat’ta piknik alanı olarak kullanılıyor. 5.600 hektar bozuk meşelikleri budayarak daha çok sürgün vermelerini sağladık. Kovan getirtip köylere dağıttık. Ağaçlar gürleştikçe arıcılık gelişti. Yıllar sonra Tokat’a gittiğimde dağlara Ordu’dan kovan getirdiklerini gördüm. 1.200 hektar merayı ıslah ettik. Köylüyü meyveciliğe ikna edip 60 bin meyve fidanı dikilmesini sağladık” diye konuştu.
NESİN, TOKAT’TA...
1960 yılının bir Nisan gününde Akşam Gazetesi yazarı Aziz Nesin Tokat’a geliyor. Nesin, 19 Nisan 1960 tarihli gazetede Tokat için yazacağı iki makaleden ilkine şöyle başlıyor:
“Güzel Tokat yazısına güzel sözlerle başlamak istiyordum. Tokat için söylenecek, iç açıcı, güzel sözler de vardı. Bunların en başında Kemal Aşk adında ülkücü bir aydının Tokat’a yaptığı hizmetler geliyordu. Onun çalışmaları birçoklarımıza örnek olacak, içimize umut verecek değerde idi. Sizlere soyadı Aşk gibi, işine aşkla sarılmış Kemal Aşk’ın Tokat’ı sel felaketinden nasıl kurtardığını anlatmak isterdim. Kemal Aşk şimdi Tokat’ta değildir. Ama Tokat’ta herkes Kemal Aşk’tan, onun yaptığı yararlı işlerden konuşuyor.
Günün birinde Tokat’a Kemal Aşk adında bir yüksek orman mühendisi gelmiş. Tokat’ı çeviren dağlara çizikler açmış. Bu çiziklere binlerce, binlerce ağaçlar diktirmiş. 30 bin hektar araziyi ağaçtan kemerlerle çevirmiş. Yağmur yağdı mı aşağıya doğru akamıyor, çiziklerden yana doğru akıyor, ağaçları suluyor, her çizik bir kanal olmuş. Şehrin içinden baktınız mı, dağları kemer kemer çeviren çizikleri, kuşatan fidanları görürsünüz. Bu yüzden 1951’den bu yana Tokat’ta sel yok, durmuş. Yabancılar gelip Kemal Aşk’ın çalışmalarına hayran olmuşlar. Avrupa’da milletlerarası kongrelere katılmış. Tokat’taki görevinin adı Toprak Muhafaza ve Mera Islahı Tatbikat Grubu Müdürü. Bütün bu başarılarının sonucu olarak ne yapmışlar biliyor musunuz? Kemal Aşk’ı Tokat’tan alıp Ankara’da bir masa başı işine vermişler..”
EN BÜYÜK SEL
Tarihimizdeki en büyük sel felaketi 12 Haziran 1908'de Tokat'ta yaşandı. Sekiz, dokuz mahalle ve bazı bağlar selden perişan oldu. 6'sı cami, 6'sı han ve otel, 4'ü mektep, 2'si medrese, 2'si hamam olmak üzere 459 bina ya tamamen ya da kısmen harap olmuştu. İlk tespitlerde halktan 208, askerden de 15 kişi olma üzere 223 kişi boğulmuştu. Ancak verilen zayiat bundan çok fazlaydı. Sel felaketi üzerine yazılan destanlarda insan kaybı 2 bin olarak gösterilir. Tokat'ta sonraki yıllarda da sel baskınları oldu. Ancak 1955'te Orman Bakanlığı Erozyonla Mücadele ve Mera Islahı Tatbikatı Grup Müdürü olarak Tokat'ta görevlendirilen Kemal Aşk, ‘yağmuru düştüğü yerde tutmak gerekir’ diyerek, Tokat'ın çevresindeki dağları ağaçlandırdı. Derelerde ıslah çalışmaları yaptı ve yaptığı çalışmaların sonucunda Tokat'ta sel baskınları sona erdi. Kemal Aşk da "Tokat'ı selden kurtaran adam" olarak tarihe geçti.
SELLERİN SORUMLUSU, YILLARDIR ÖNLEM ALMAYAN YÖNETİCİLER
14:56 27 Eylül 2009
KEMAL AŞK: YAŞANAN FELAKETLER EROZYON, ORMANSIZLAŞTIRMA VE GECEKONDULAŞMANIN SONUCU
“Tokat’ı Selden Kurtaran Adam” olarak bilinen Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü eski Genel Müdürü Kemal Aşk, can ve mal kayıplarına yol açan sel felaketlerinin önlenmesi için, yıllardan bu yana İzmir dışında önemli hiçbir adım atılmadığını söyledi
engİN YAVUZ
izmir@birgun.net
“Tokat’ı Selden Kurtaran Adam" olarak bilinen Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü eski Genel Müdürü Kemal Aşk, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaşanan sel baskınlarının sorumlusunun, “Gecekondulaşma ve ormansızlaştırma” olduğunu belirtti. Aşk, bu konuda yıllardır önemli bir adım atılmadığını belirterek, “Bu felaketlerinin suçlularını insanların dışında bir yerde aramayın” dedi.
1957 yılında İstanbul'da Alibeyköy Deresi'nin yukarı havzasında incelemede bulunurken, gecekondulaşma ve ormansızlaştırmayla kireç ve taş ocakları tehdidinin oluşmaya başladığına tanık olduğunu belirten Aşk, "İstanbul'da yaşanan sel baskınlarının suçlusu gecekondulaşma ve ormansızlaştırmadır. İstanbul için bunu 5 yıl önce kamuoyuna duyurmuştum. Geçen sürede hiçbir iyileştirme yapılmadığı için İstanbul ve çevresinde yeni felaket yaşandı” dedi.
Sellerin önlenebilmesi için yerel yöneticilerin, Çevre ve Orman Bakanlığı ile derelerin üst bölümlerinde "teraslama", "dere ıslahı" ve "ağaçlandırma" çalışmaları yapmalarını öneren Aşk, İzmir'de sel baskınlarını önlemek amacıyla Bornova Laka Deresi çevresinde önemli çalışmalar yapıldığını söyledi.
Orman Bakanlığı Erozyonla Mücadele ve Mera Islahı Tatbikatı Grup Müdürü olarak 1955 yılında Tokat'ta görevlendirildiğini hatırlatan Aşk, o döneme ilişkin çalışmalarını şöyle anlattı:
‘4 YILDA BAŞARDIK’
“1955 yılına gelinceye kadar Tokat sık sık sel baskınlarının yaşandığı bir yerdi. 1909 selinde Yeşilırmak kenarında Behzat deresinin ırmağa kavuştuğu yerde çadırlı ordugâhta bulunan 500 kişilik bir askeri birliğin sele kapılarak kaybolduğu söylenir. Bundan sonra anımsanan 1936, 1946, 1949 ve 1951 selleri de acı hatıralarla doludur. 1951 yılındaki sele tanık olan bir bakan, çektiği telgrafta 446 ev ve 122 dükkânın hasar gördüğünü, 22 kişinin öldüğünü bildirmiş. Bütün bu olaylar nedeniyle “Tokat selden Sivas yelden batacak” diye bir halk sözü oluşmuş. 1953-1955 arasında Fransa’da erozyonla savaş ve mesa ıslahı konularında ihtisas yapmıştım. Dönüşte Ağaçlandırma Şubesi emrine verildim. Dönemin ağaçlandırma şube müdürü ilk görev olarak Tokat’a gitmemi ve inceleme yapmamı istedi. İncelemenin ardından Tokat’ta çalışmak üzere görev istedim. Kabul edildi. İtalya’da ve Kuzey Afrika’da uygulanan erozyonla mücadele yöntemlerini Tokat’ta uygulayabileceğimi düşünüyordum.”
Bugünün parasal karşılığı ile 1.2 milyon lira harcama ile 1955-1959 yılları arasında seli önlemeyi başardıklarını belirten Aşk, şunları söyledi:
“1950’li yıllarda bir yerde sel meydana geldiğinde bunun ormansızlaşma sonucunda oluştuğu düşünülür ve ağaç dikmekle sorunun çözüleceği varsayılırdı. Çünkü Tokat’a gittiğimde 1953’te seli önlemek için dikilen 200 bin fidanın hiçbiri yerinde yoktu. Tokat’ta Behzat deresi su havzasında 26 bin hektarlık alanda çalışma yaptık. İlk olarak düşebilecek en şiddetli yağışları tutabilecek kapasitede, tesviye eğrileri yönünde hendekler kazdık. Toplam 200 hektar alanda hendekleme çalışması, üç çimento harçlı ıslah barajı ve 154 kuruduvar eşik ve 60 canlı baraj inşa ettik. 11 bin hektarlık bozuk baltalık orman sahasını ıslah edip verimli hale getirdik. Odun kaçaklığını önledik, havza genelinde yapılan otlatlamaları engelledik. 1955 yılında 22 Mayıs gecesi Tokat’a, 1951 yılında meydana gelen sel felaketine neden olan miktarda, dakikada metrekareye 1.4 metreküp yağış düştü. Bizim çalışmaları sürdürdüğümüz bölgelerde sel meydana gelmedi. Kimse zarar görmedi. Bizim çalışmalarımızı kuşkuyla izleyenler sonra bize güvendi, destek verdi. Halk, Tokat’ın selden kurtulacağına inandı.”
1956 yılında Sarıkaya, Çardıbat ve Kızılöz dereleri ile Gıjgıj Dağı’nı ıslah ettiklerini anlatan Aşk, “Gıjgıç Dağı kayalıktı. Buranın ağaçlandırılacağına kimse inanmadı. Dinamitlerle hendekler açarak taş duvarlı ve dikim çukurlu hendekler yaptık. Dikim çukurlarını taşıma toprakla doldurup ağaçlandırdık. Bir zamanların çıplak dağı şimdi Tokat’ta piknik alanı olarak kullanılıyor. 5.600 hektar bozuk meşelikleri budayarak daha çok sürgün vermelerini sağladık. Kovan getirtip köylere dağıttık. Ağaçlar gürleştikçe arıcılık gelişti. Yıllar sonra Tokat’a gittiğimde dağlara Ordu’dan kovan getirdiklerini gördüm. 1.200 hektar merayı ıslah ettik. Köylüyü meyveciliğe ikna edip 60 bin meyve fidanı dikilmesini sağladık” diye konuştu.
NESİN, TOKAT’TA...
1960 yılının bir Nisan gününde Akşam Gazetesi yazarı Aziz Nesin Tokat’a geliyor. Nesin, 19 Nisan 1960 tarihli gazetede Tokat için yazacağı iki makaleden ilkine şöyle başlıyor:
“Güzel Tokat yazısına güzel sözlerle başlamak istiyordum. Tokat için söylenecek, iç açıcı, güzel sözler de vardı. Bunların en başında Kemal Aşk adında ülkücü bir aydının Tokat’a yaptığı hizmetler geliyordu. Onun çalışmaları birçoklarımıza örnek olacak, içimize umut verecek değerde idi. Sizlere soyadı Aşk gibi, işine aşkla sarılmış Kemal Aşk’ın Tokat’ı sel felaketinden nasıl kurtardığını anlatmak isterdim. Kemal Aşk şimdi Tokat’ta değildir. Ama Tokat’ta herkes Kemal Aşk’tan, onun yaptığı yararlı işlerden konuşuyor.
Günün birinde Tokat’a Kemal Aşk adında bir yüksek orman mühendisi gelmiş. Tokat’ı çeviren dağlara çizikler açmış. Bu çiziklere binlerce, binlerce ağaçlar diktirmiş. 30 bin hektar araziyi ağaçtan kemerlerle çevirmiş. Yağmur yağdı mı aşağıya doğru akamıyor, çiziklerden yana doğru akıyor, ağaçları suluyor, her çizik bir kanal olmuş. Şehrin içinden baktınız mı, dağları kemer kemer çeviren çizikleri, kuşatan fidanları görürsünüz. Bu yüzden 1951’den bu yana Tokat’ta sel yok, durmuş. Yabancılar gelip Kemal Aşk’ın çalışmalarına hayran olmuşlar. Avrupa’da milletlerarası kongrelere katılmış. Tokat’taki görevinin adı Toprak Muhafaza ve Mera Islahı Tatbikat Grubu Müdürü. Bütün bu başarılarının sonucu olarak ne yapmışlar biliyor musunuz? Kemal Aşk’ı Tokat’tan alıp Ankara’da bir masa başı işine vermişler..”
EN BÜYÜK SEL
Tarihimizdeki en büyük sel felaketi 12 Haziran 1908'de Tokat'ta yaşandı. Sekiz, dokuz mahalle ve bazı bağlar selden perişan oldu. 6'sı cami, 6'sı han ve otel, 4'ü mektep, 2'si medrese, 2'si hamam olmak üzere 459 bina ya tamamen ya da kısmen harap olmuştu. İlk tespitlerde halktan 208, askerden de 15 kişi olma üzere 223 kişi boğulmuştu. Ancak verilen zayiat bundan çok fazlaydı. Sel felaketi üzerine yazılan destanlarda insan kaybı 2 bin olarak gösterilir. Tokat'ta sonraki yıllarda da sel baskınları oldu. Ancak 1955'te Orman Bakanlığı Erozyonla Mücadele ve Mera Islahı Tatbikatı Grup Müdürü olarak Tokat'ta görevlendirilen Kemal Aşk, ‘yağmuru düştüğü yerde tutmak gerekir’ diyerek, Tokat'ın çevresindeki dağları ağaçlandırdı. Derelerde ıslah çalışmaları yaptı ve yaptığı çalışmaların sonucunda Tokat'ta sel baskınları sona erdi. Kemal Aşk da "Tokat'ı selden kurtaran adam" olarak tarihe geçti.
Labels:
permakultur
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)